top of page

Ege Kayacan #23 ENTELANKARA

Ankara'da olup da Modern Sabahlar efsanesini ve dolayısıyla Ege Kayacan'ı bilmeyen yoktur sanırım. Bu bölümde Ege Kayacan konuğumuz. Başta Mikrofonika olmak üzere çeşitli podcastleri devam ediyor kendisinin. ENTELANKARA için aldığı bu kaydı bir de Mikrofonika'da dinleyebilirsiniz. Çünkü o bölümün girişi çok daha keyifli. Diğer bölümlerini de dinleyin tabii ki. Hatta tüm bölümlerini tavsiye etmiş olayım. Harika konuklarıyla keyifli sohbetler gerçekleştiriyor ama biz şimdilik kendi Ege Kayacan soru cevaplarımıza geçelim.


ENTELANKARA: Kaç yıldır Ankara'dasınız?


Ege Kayacan: 93'te ODTÜ'yü kazanıp geldim Ankara'ya. O zamandan beri kaba bir hesapla 28 yıldır Ankara'dayım. Kaba bir hesabı kolay yapamadığımı herhalde dinleyicilerimiz fark etmiştir.


ENTELANKARA: Sizi Ankara'ya bağlayan nedenler neler? Kısacası neden Ankara'dasınız? Bu bir seçim mi yoksa zorunluluk mu?


Ege Kayacan: Yani biraz seçim olarak başladı. Sonrasında zorunluluk haline geldi bana göre. En başta radyoydu beni Ankara'ya bağlayan şey. İşte en net hayatımdaki dönüm noktası askerlik mezuniyetten sonra. İnsan yaşamayı düşündüğü, hayal ettiği şehre geçebilir. Sonrasında askerlikten sonra da tam daha net bir çizgiyle işte okul bitti, okuluma bağım kalmadı, askerlik de bitti. Bundan sonra nerede yaşayacaksan, nerede çalışacaksan oraya taşınabilirsin gibi böyle bir düşünce oluşuyor genel olarak insanların aklında. Ben de askerlikten sonra radyo için koşa koşa geldiğim bir şehir oldu Ankara ve sonrasında radyo devam ederken bir taraftan Gaga başladı. 


İşte o Gaga'yla bağlantım hala da devam ettiği için çok güçlü bir şekilde Ankara'da bulunmam gerekiyor. Bunun dışında da işte kızların okulu gibi net beni Ankara'ya bağlayan şeyler.


ENTELANKARA: Modern Sabahlar'ın Şov Radyo dönemi sona erdi. Hikayesi devam edecek dediniz. Peki ama nerede ve ne şekilde devam edecek? Dinleyicilerle aranızdaki bağlar çok güçlü, kolay kolay soğumaz ama yine de devamını çok beklemeyiz umarız. Bekler miyiz?


Ege Kayacan: Devamının nasıl olacağıyla ilgili şu anda benim de henüz bilmediğim, kestiremediğim bir şey var. Modern Sabahlar bu kadar zamandan sonra benim hayatımdaki yerini korusun istiyorum bir şekilde.


Yani yaptık bir zamanlarda böyle bir program yaptık işte. Üçlü olarak başladık, sonra ikili olarak devam etti, sonra tek başına devam etti falan diyerek böyle yavaş yavaş 3-2-1 şeklinde geri sayım halinde. Bitsin istemiyorum. Yani en sevdiğim, en çok ilgilendiğim şey de Modern Sabahlar. Ama radyo olarak mı devam eder? Başka bir format mı bulunur? O konuda henüz kafamda oturmayan şeyler var. O yüzden çok bekler miyiz onu bilmiyorum ama bekleyeceğimiz kesin.


ENTELANKARA: Ankara'da hangi mevsimde, hangi güzergahta yürümeyi seviyorsunuz? Neden?


Ege Kayacan: Ankara'da yürümeyi sevdiğim zaman işte böyle güzel güneşin tepede olduğu ama insanı yürürken terletmeyen zamanlar. Öyle cayır cayır güneşin altında iki adım attıktan sonra terlemeye başladığım günlerde dolaşmayı sevmiyorum. Böyle kot mont havası dediğimiz o güzel günlerde Ankara'nın her tarafında dolaşabilirim. Ama yokuş olmasın gibi böyle bazı kriterlerim var. Zaten işte eğer dolanmaya çıktıysam o kriterler çerçevesinde hattımı bir şekilde belirliyorum. Mevsim işte o bahar mevsimi diyebileceğimiz kot montluk dönemler. O dönemlerde belki biraz yavan gelecek dinleyicilerimize ama benim yürümeyi sevdiğim yer Kızılay. Neden derseniz düz ayak çünkü. Öyle yokuşlar falan yok. Bir iki yerde böyle uğrayıp da bakınabileceğin dükkanlar var. Kalabalık var, güzel bir şey var. Bir de çok uzun zaman benim Kızılay'a hiç yolum düşmedi. Yıllar sonra böyle iş gereği, oradan oraya koştururken falan bir Kızılay'a yolum düştüğünde oralarda dolaşmanın hiç de fena olmadığını yeniden fark ettim. O yüzden öyle diyebilirim yani. İlkbaharda ve sonbaharda Kızılay'da yürümeyi seviyorum.


ENTELANKARA: Tamamen boş bir gününüz var, bu boş gününzde neler yaparsınız. Günü ve hatta geceyi nasıl kapatırsınız?


Ege Kayacan: Tamamen boş bir günüm varsa, o boş günü şöyle tanımlayayım, hiçbir işim yok. Daha doğrusu olan işlerimin hepsini o gün için sallamamın yolunu bulmuşum. Evde yapmam gereken, halletmem gereken şeyler yok. İşte yemek yapmak gerekmiyor, onu bunu yapmak gerekmiyor, bir şeyleri toplamak gerekmiyor, eve usta gelecek de onun başında beklemek gerekmiyor, dükkanla ilgili herhangi bir şey yapmak gerekmiyorsa, bir yerlerde bir kayıt için mikrofon karşısında olmam gerekmiyorsa, o günü tam anlamıyla boşalttıysam, samimi olmak gerekirse bulunacağım yer evde televizyonun karşısında koltuk. Çünkü zaman içinde yoğun işler nedeniyle izleyemediğim bir takım dizilerin, kaçırdığım bir takım bölümlerin, hatta daha önce izleyip çok beğendiğim bölümlerin tekrarını izlemem gerekiyor falan filan. 


Ama madem Ankara ile ilgili konuşacağız, her ne kadar televizyonum ve koltuğum da Ankara'da olsa da, biraz böyle evin dışında bir aktiviteden bahsedeceksek, sabah saatlerinde böyle çıkarsam, evimin orada yürüye yürüye giderim. Herhalde kahvaltıyı bir şekilde halletmek gerekiyorsa, Liva'da madem dolu dolu bir gün, tamamen kendi hayalimdeki gibi yaşayacağım bir gün. En sevdiğim kahvaltı biçimiyle başlarım güne. Evin yakınındaki Liva'ya giderim. Mükemmel kahvaltı dediğimiz çay ve baklava ile güne başlarım. Ondan sonra aşağı doğru tatlı tatlı ilerlerim böyle işte Kuğulu Park'ta biraz vakit geçirdikten sonra Tunalı'da da dolaşırım. Yani çoktan aslında ENTELANKARA'da dön dolaş bahsedilecek caddeler, sokaklar belli, dolaşılacak yerler belli. Ben de işte Tunalı'da dolaşırım.


Tunalı'da da böyle vakit geçirmek için girebileceğin güzel dükkanlar var. Bir tanesi Shades'e girerim, Süleyman'ın plaklarına bakarım falan. Ondan sonra plakların hemen yanındaki öbür dükkana bu hi-fi sistemlerin satıldığı dükkana bakarım. Allah Allah, kimde ne kısıl paralar var, nasıl alıyorlar bu aletleri? Her şey coşmuş çünkü sonuçta euroyla bu işler. Her şeyin çok pahalı olduğuna kadar getirdikten sonra oradan çıkıp böyle dolanıp dolanıp daha hesaplı ürünlerin olduğu Tunalı'daki milyonculara giderek biraz da işte kendimi zengin hissettiğim dakikalar yaşıyorum.


Eğer yemeği de öyle, yemeğini ve akşam yemeğini de orada halledeceksem bir şekilde Rumeli'ye giderim. Rumeli'de bir şeyler yerim. Sonra gece benim gittiğim yer dön dolaş Gaga'dan bahsetmek istemiyorum ama akşamları geçirmeyi sevdiğim yer benim Gaga. Arkadaşlarımın da zaten daha çok takıldığı yer Gaga. Orada bir şeyler yenecekse yenir, bir şeyler içilecekse içilir. Ve hatta güzel eğlenceli bir gece ise gecenin devamında bir kez daha Rumeli'ye uğrama mükemmel bir Ankara gününün duraklarını oluşturuyor benim için. 


ENTELANKARA: Mikrofonika devam ediyor. İki yeni podcast projeniz daha var. Podcastleriniz üzerine konuşalım. Her gün sekiz bölüm de yayınlasanız dinleriz. Fazlasına da hayır demeyiz hatta. Ama siz ne kadarına tamamsınız, hangi konularla ilgili hangi podcastleriniz gelecek platformlara?


Ege Kayacan: Evet yeni şeyler var. İşte bu Mikrofonika devam ediyor. Çok sevdiğim. Ondan sonra Sivil Düşün’ün yeni serisi başlayacak önümüzdeki günlerde. Tamamen böyle biraz daha entelektüel aslında tam bu podcast serisine uyacak bir şey. Onun dışında bir de tam leş sohbet dediğim Derin Seinfeld podcastı var. Bir yeni podcast daha gelme ihtimali var önümüzdeki dönemde. Çünkü çok sevdim ben bu işi.


Yani bu radyoculuğa başladığımda benim hayalim şeydi. Radyo programını, TRT'de Aykut Sporu'nun radyo programını evinde yaptığını duymuştum. Bir yerlerden çok da o işleri takip eden bir çevrem yoktu ama onu duyduğumdan beri insanın işini evden yapması benim için bir hayal oldu. En büyük gerçekleştirmek istediğim hedef haline geldi. Bu podcast da tam buna imkan tanıyan şeylerden bir tanesi.


Gerçi pandemiyle beraber evde çalışmanın, işleri evde halletmenin de o kadar özenildiği gibi renkli bir şey olmadığını anladım. Ama yine de bu podcast bana çok iyi geldi, podcastçilik işi. O yüzden yeni bir podcast her zaman beni heyecanlandırıyor. Hatta böyle birileri podcast'ta konuk olmak ister misin dediğinde de üç hafta, beş hafta içinde bir şekilde onun da cevabını vermiş oluyorum.


Yeni bir podcast serisi olabilir. Modern Sabahlar'la ilgili bambaşka bir podcast serisi olabilir. Değişik bir formatı podcast olarak deneyebilirim gibi bir şeyler var kafamda henüz tam netleşmese de. Yani netleşen bir kısmı var da onun harekete geçmesi biliyorsunuz insan tembelse o kadar da hızlı olmuyor. Yeni bir veya iki podcast olabilir önümüzdeki dönemlerde.


ENTELANKARA: Hangi zamanlarda ruhunuzu boğuyor Ankara?


Ege Kayacan: O kadar net ki bunun cevabı işte bu kayıttan önceki gün kar yağdı. Karın o ilk yağdığı beyazlığıyla saflığıyla şehrimizi örttüğü günler benim hayatımın karardığı günler. Çünkü 18 yaşında geldim ben Ankara'ya hayatımda kar görmemiş İzmirli yakışıklı genç olarak. Karda yürüme tecrübem yok. Karda yürüme tecrübesi de küçük yaşlarda edinilmesi gereken, düşe kalka öğrenilmesi gereken şeylerden bir tanesi. Belli bir yaşta, belli bir uzunlukta düşünce o düşmenin şiddeti daha yoğun yaşanıyor. Onu küçük yaşlarda edinmemiş bir insan olarak karda yürümeyi sevmedim, sevemedim, beceremedim. Ve o yüzden karın yağmasıyla beraber Ankara'da içimi boğmaya başlayan bir atmosfer oluşuyor.


O ilk kar taneleri, o beyazlık, o saflık başladığında yani sadece soğuktan şikayet eden bir adam olarak görüyordur belki insanlar beni Twitter'da, sosyal medyada çünkü kar yağmaya başladığında benim de biraz ağzım bozuluyor ama bu sadece soğukla ilgili bir şey değil. Pek çok kez hatta yılda bir veya iki defa düzenli olarak düşme, kar nedeniyle düşme hadisesi yaşayan bir insan olarak bunu ben biraz da şahsi alıyorum. Bu zamanlarda beni boğuyor. Onun ötesinde biraz daha farklı bir şekilde benim bütün bankalardaki kredi ödemelerim ayın beşine denk geliyor ve her ayın beşinde ruhum sıkılıyor biraz Ankara'da.


ENTELANKARA: Son yıllarda izlediğiniz ve aklınıza yer eden tiyatro oyunu var mı? Konserde olabilir. Hatta genel diyelim etkilendiğiniz herhangi bir sahne etkinliği diyelim.


Ege Kayacan: Tiyatro çok yani şimdi bu sorunun cevabını çok da enteresan bir dönemde verdiğim için yani bu pandemi zamanında herhangi bir sanatsal etkinliğe katılmadım. Şu dönemde beni ne olursa olsun ben gidip bunu sahnede izlemem gerekiyor falan diyeceğim bir şeyle de karşılaşmadım. Bu pandemi öncesinde izlediğim, etkilendiğim şeylerden bir tanesi Meltem Parlak stand-upçı, Meltem Parlak'ın setiydi. Onu da şans eseri hem İstanbul'da BKM Mutfak'ta izleme şansını buldum hem de sonrasında Gaga'da izleme şansını buldum. Aynı gösteriyi iki ayrı yerde izleyerek üst üste ikisinde de aynı şekilde etkilendiğimi söyleyebilirim. En çok etkileyen yakın zamanda bu vardı.


ENTELANKARA: Üç yazar, üç yönetmen, üç de müzisyen ismi istesek sizden.


Ege Kayacan: Yazarlar yerine, şair-yazar karışık söylemem gerekirse, ben şiir okumayı daha çok seviyorum, edebiyat okuyacaksam eğer. Bütün kitaplarını okuduğum, hatta tekrar tekrar okuduğum Oğuz Atay'ı söyleyebilirim.


Onun dışında Ahmet Hamdi Tanpınar var. Tekrar tekrar okudum. Özellikle Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü birkaç defa okudum. Hatta şurasını bir daha okuyayım falan diye böyle elime alıp da sonra devamını getirdiğim zamanlarda oldu. Onun dışında Edip Cansever var tabii. Her zaman elimin altında olan. Bir de Didem Madak.


Üç yönetmen deyince ben sinema izleyicisi olarak çok meraklısı değilim. Hatta yönetmenlerin tam olarak ne iş yaptığını da bilmiyorum. Sonuçta artistler artistliklerini yapıyor. Birisi de yazmış. Yönetmen de sen de elimdeki kağıda göre şuradan gelmen lazım falan diyerek bir şeyler söylüyor bu arkadaşlara. Ne kadar etkisi var. Gerçekten de sinema konusunda çok meraklı bir adam değilim. O yüzden yönetmen dışında şunu söyleyebilirim. Coenler'i söyleyebilirim. Bütün filmlerini. Hakikaten severim. Wachowski'ler var tabii. Onun dışında artist derseniz Keanu Reeves var. Mesela Keanu Reeves, Matrix. Keanu Reeves, John Wick. Ve Keanu Reeves, Constantine diyebiliriz sevdiğim yönetmenler olarak.


Müzisyen ismi olarak da müzisyenler, gruplar falan diye düşünürsek eğer Guns N' Roses var. Döndüre döndüre dinlemekten hiç bıkmam hatta kayıttan önce de tekrar sesini kıstığım grup oydu. Mazhar Fuat Özkan var, bir de Yaşar var yine. Ne çıkarırsa çıkarsın. Koşa koşa ilk günden dinlediğim, aldığım müzisyenler bunlar. Ve Teoman'ı yeniden keşfettim ben. Teoman'la ilgili şöyle bir durum var, ben çok net fark ettim. Teoman'ın zirvede olduğu zamanlar, benim biraz onu küçümsediğim yaptığı işi çok popüler olduğu için o dönemde tam hakkıyla değerlendiremediğim dönemlerdi. Üstünden zaman geçtikten sonra dönüp dönüp da eski Teoman şarkılarını dinlemeye başladığımda ne kadar iyi bir söz yazarı olduğunu fark ettim. O yüzden bir dolu albüm, zamanda çıkardığı bir dolu numarası Teoman'ın bana yeni gibi geliyor. Öyle bir döneme girdim Spotify'la beraber Teoman'ı yeniden keşfettim. Müzik olarak da bunları söyleyebiliriz. 


ENTELANKARA: Sosyal medya paylaşımlarınızda yapılan yorumlara baktığımızda sizi devamlı olarak birilerine benzettiklerini görüyoruz. Mesela bir ara Çaycı Hüseyin olmuşsunuz. Onur duyduğunuz benzetimler hangileriydi?


Ege Kayacan: Elbette ki en çok onur duyduğum şey Çaycı Hüseyin'di. Onun dışında elimle ağzımı kapattığım zaman yukarıda kalan kısımlar Erdal'a benzer. Emel Erdal'a benzer. Bu da yine gurur duyduğum benzetmelerden bir tanesi. Ama Çaycı Hüseyin benim için bir acıklı oldu çünkü çok uzun zamandan sonra sakal bıraktım. Hakikaten kendimi en havalı bulduğum dönemlerden bir tanesinde onunla beraber işte sonuçta hani gösterilerimde falan kullanmak için yeni bir afiş için yeni bir fotoğraf çektik. Ondan sonra o fotoğraftaki tipime bakıp hele hele hele falan bakarken o fotoğrafın kullanıldığı afişlerin paylaşımından sonra işte Instagram'da falan insanlardan şey yorumları gelmeye başladı. Abi Çaycı Hüseyin olmuşsun falan diye. Ben kendimi dünyanın en havalı adamı zannediyorum ama benzetile benzetile Çaycı Hüseyin'e benzetiliyorum diye biraz bozuldum işin doğrusu. Bu arada Çaycı Hüseyin'le aramızda bizim en az bir 15 santim falan da bir fark var. Çünkü onunki 20 santim falan diyorlar. O yüzden Çaycı Hüseyin'e benzetilmek bana onur veriyor bir taraftan da.


ENTELANKARA: Tiyatro dünyasında şöyle bir kalıp vardır, Ankara izleyicisi bir başka. Önemli müzisyenler çıkarmış bu şehrin dinleyicilerine hakim biri olarak size benzer bir soruyu soralım. Peki, Ankara'daki dinleyicilerin yeri de ayrı mı? Neden ayrı? Radyo olsun, konser olsun, podcast olsun fark etmez bilinçli bir kitleden söz edebiliyor muyuz Ankara'da?


Ege Kayacan: Ankara tiyatro izleyicisi hakkında ahkam kesmek için yeterince tecrübem olduğunu çok söyleyemem. Ankara İstanbul izleyicisini karşılaştırabilirim stand-up izleyicilerime ama orada da tam anlamıyla stand-up izleyicisi olarak değerlendirmek doğru olmaz benim gösterime gelenlerin. Büyük bir kısmı çünkü Modern Sabahlar dinleyicisi olarak radyo da sevip bir de sahnede görelim pezevengi diyerek gelen dinleyiciler oluyorlar ama İstanbul'da biraz daha gürültülü, biraz daha coşkulu bir izleyici tecrübe ettim. Yani Modern Sabahlar dinleyicisiydi ağırlıklı olarak İstanbul'daki izleyicilerden ama biraz daha coşkularını belli eden, daha yüksek sesle gülen, daha çok alkışlamaya hevesli insanların olduğunu söyleyebilirim İstanbul'da. Başka yerlerdeki izleyiciler konusunda çok da tecrübem yok, işin doğrusu. 


Ama Ankara, radyo dinleyicileriyle ilgili, Modern Sabahlar dinleyicileriyle ilgili gözlemlediğim şeylerden bir tanesi de şu. Radyo ODTÜ'de başladığı için Modern Sabahlar ve Radyo ODTÜ bir yerel radyo olduğu için, Ankaralıların ekstra sahiplendikleri bir program oldu. Bizim şehrimizin bir değeri, Ankara keçimiz var, Ankara kedimiz var. Beypazarı kurumuz var, bir de Modern Sabahlarımız var falan diyerek böyle başkalarının tadamadığı, kolay ulaşamadığı bir şeye ekstra bir değer yüklediler. Onun da hakikaten kıymetini her geçen gün bir kez daha insan anlıyor.


ENTELANKARA: “Buyurun zohbete” ettiğiniz sohbet konularını bulmakta zorlandığınız oluyor mu? Yarın ne konuşsak deyip uzun uzun düşündüğünüz, hatta strese girdiğiniz oluyor mu mesela? Bu sohbet zenginliğinin sırrı nedir?


Ege Kayacan: Zorlanıyorum bazen, bazen de zorlanmıyor. Bazen de bunu insanlarla konuşsam çok güzel olur diyorum. Güzel olacağını zannettiğim şeylerden, hiç randıman alamadığım, hiçbir şey çıkmadığını, çok sıkıcı olacağını zannettiğim, aman buna da kimse hiçbir şey demez diyeceğim şeylere acayip bir rağbet olacağını zaman içinde böyle deneye deneye öğrenmiş oldum. Çok da zorlanmıyorum işin doğrusu ama hepsi de aynı derecede eğlenceli sohbetler olmuyor. 


ENTELANKARA: Yüzlerce konuştuğunuz ve programa katılan dinleyiciniz olmuştur. İçlerindeki en matrak karakteri ve en yaratıcı karakteri tarif edebilir misiniz? Hangi tür karakterlerle sohbet daha eğlenceliyken hangi katılımcılar çekilmez olabiliyor?


Ege Kayacan: Bu hem telefon konukları için geçerli bir cevap hem de stüdyoya gelip de konuk olan dinleyicilerimiz için geçerli bir cevap. Kendiyle dalga geçen, kendini çok ciddiye almayan ve katıldığı ortamın esas amacının dinleyenleri eğlendirmek olduğunun farkında olan ve bu eğlenceye katkı sunarken kendi şovunu yapma derdinde olmayan, burada bir yıldız gibi parlamalıyım, bütün ışıklar benim üstümde olmalı, herkes benden bahsetmeli diyen insanlar çok parlak konuklar olmuyorlar, güzel sohbet çıkmıyor. Dediğini çok düşünen, tartan, işte şunu söylerim oradan şuralara gider falan filan oradan çekiştirilir, buradan başıma bela alınır falan ondan sonra beni aptal gibi gösterir söylediklerim falan gibi dertleri olup da bunlarla boğuşma yüzünden ne diyeceğini habire tartan insanlardan dinleyenlerin de çok tat aldığını düşünmüyorum.


O kadar da ciddiye alınacak bir şey yapılmıyor. Konuşuyoruz, havaya gidiyor konuştuklarımız. Yani biraz kendini de dalga geç, ne olacak yani? Kimse sizin düşündüğünüz kadar düşünmüyor sizi. Herkes benden bahsediyor dediğiniz anda beş dakika belki ha ha diyorlar. Ondan sonra da herkes hayatına devam ediyor. O yüzden kendimizi ciddiye almak o kadar da üstüne titrememiz gereken şeylerden bir tanesi değil. Biraz daha rahat olmamız gerekiyor. Bu da aslında belli bir yaşa, belli bir tecrübeye, belli bir olgunluğa ulaşmakla ilgili. Mesela kızım şimdi benim ergenlik bunalımlarıyla uğraşıyor falan. Her attığı adımın bütün dünya tarafından inceleneceği, bütün dünya tarafından bir yerden yere vurulacağını tahmin ettiği için öyle bir beklentisi, öyle bir korkusu olduğu için biraz daha tedirgin. Ama işte bu ergen tedirginliğini belli bir yaşın üstünde bırakmamız gerekiyor. Ama hala o ergen tedirginliğiyle hayatına devam eden insanlarla bir şekilde programda yolum kesiştiğinde tadım kaçıyor.


ENTELANKARA: Şahsi şovu da bekleyenler çoktur muhtemelen. Peki sizi yakında nerelerde izleyebiliriz?


Ege Kayacan: Herhalde Gaga'da izlersiniz yine. Çıkmayı sevdiğim sahnelerden bir tanesi. Onun dışında Ankara dışında bir yerlere gider miyim, bilmiyorum. Şimdi bu kaydı yaptığımız zaman da gene bu vaka sayılarının falan bir arttığı dönemdeyiz. Yani insanların küçük salonlarda bir şeyleri izlemek için heyecanlı olacağı bir dönemi beklerim en azından, havaların daha güzel olacağı. Gösteri için gittiğim bir yerde, biraz da etrafta dolanabileceğim bir yerde bir gösteri yapmayı tercih ederim ama dediğim gibi herhalde şu aralar gösteri planlamak için çok uygun bir zaman değilmiş gibi geliyor bana.


ENTELANKARA: En sevdiğiniz üç meze.


Ege Kayacan: Fava, meze olarak gidersek. Ben öyle çok rakıcı bir insan da değilim. Meze deyince insanın illa rakının yanında yemesi gereken şeylermiş gibi geliyor ama favayı hemen bir seferde söyleyebilirim.


Onun dışında Köpoğlu dediğimiz nedense böyle bir ters yaklaştığımız meze var. O da hoşuma gider.


Dediğim gibi rakıcı olmadığımdan bu Gaga'daki gazino kısmı Gagazino açılana kadar çok da farkında olmadığım insanların meyhanelerde hastası olduğu bir meze varmış. Onu da çok da güzel de yapmaya başladım. Ayıptır söylemesi. Fava gibi. Favayı da güzel yapıyorum. Köpoğlu'nu da henüz denemedim. Ama bir meze daha var. Herhalde dinleyenlerin çok uzun yıllardan olan, sen bunu yeni mi duydun diyecek bir mezedir. Atom denen meret de hakikaten de en güzel mezelerden bir tanesiymiş.


ENTELANKARA: Son sözleri tamamen size bırakıyoruz. Yaptıklarınıza, yapacaklarınıza, üretimlerinize dair neler söylemek istersiniz? ENTELANKARA dinleyicilerine son tavsiyelerinizi, önerilerinizi, umut aşılayan aforizmalarınızı dinliyoruz.


Ege Kayacan: Son sözler olarak, beni çok rahatsız eden bir şeyi söyleyeceğim. Genç, yaşlı, herkesi ilgilendiren şeylerden bir tanesi. Türkiye'de yaşayan herkesi ilgilendiren şeylerden bir tanesi. Biz ülkede çok politikleştik. Yani bu şey anlamında değil. Kutuplaştık, iki uca ayrıldık falan. Dostluk kalmadı, arkadaşlık kalmadı, kesişim kalmadı anlamında değil. Çok politikadan bahsediliyor. Bu kadar politikadan bahsetmek, bu kadar siyasi olaylardan bahsetmek hiçbirimizin ruhunu zenginleştirmiyor, yaşadığımız günleri güzelleştirmiyor. Herkesin bir siyasi görüşü vardır iyi kötü ama siyasi görüş çerçevesinde olaylara bakmak hayatımızı renksizleştiriyor. Yani dön dolaş onu yapmışlar, şunu da yapmışlar, daha ne yapacaklar, şu rezilliği de yapmışlar falan diyerek böyle siyasetten bahsetmek. Hele dön dolaş kendi çevremizde zaten aynı düşünceleri paylaşan insanlarla bunları konuşmak sabah akşam hayatımızı köreltiyor.


Bunu ben içten içe hissediyordum da en net halini işte yıllar önce böyle bir Paris seyahatimiz olmuştu. Orada böyle şehre adım atar atmaz fark etmiştim. Billboardlarda güzel güzel kadınlar vardı, adamlar vardı, böyle neşeli fotoğraflar vardı. Billboardlarda bunu görünce insan bunlara bakarak sokaklarda dolaşınca başka bir ruh haline bürünüyor. Tam da o dönem bizim ülkemizde sadece cumhurbaşkanının ve belediye başkanlarının cumhurbaşkanıyla beraber katıldığı açılışların billboardları vardı. Seçime doğru giderken biliyorsunuz hepimizin gördüğü billboardlar.


Ama seçim olsun olmasın billboardlarımız bizim bıyıklı bıyıklı siyasi figürlerle dolu. İşte o renksizlik hayatımızda devamlı siyasetten bahsettiğimiz dönemde ruhumuza da işliyor bir şekilde. Nasıl şehrin bütün billboardlarında o figürler varsa sohbetlerimizde de aynı figürler var.


Dön dolaş aynı espriler, aynı konular, bir de herkes işte aynı görüşteki insanlarla bir arada dön dolaş şikayet eden insanlar biraz daha fazla müzik, biraz daha fazla aşktan, meşkten falan dedikodudan bahsetmek o da şunu yapmış, bu da bunu yapmış falan demek işte dolar aldı yürüdü, ekonomi mahvoldu diye karamsar karamsar sohbetlerden daha renkli olabilir. Bunda ilk adımı belki şu anda takip ettiğimizden biraz daha az siyasi figür takip etmek olabilir. Böyle bir başlangıç o figürler yerine komik şeyler yazan, komik şeylerden bahseden, eğlenceli konulara giren insanları takip etmek şey yapabilir.


Bu apolitik bir duruş mudur, onu tam kestiremiyorum ama gazetecilerin haberlerini retweet etmek de politika değil. Bu konularda yazan çizen konuşan insanların biraz daha takip etmesi tabii ki gerekiyor ama yazan çizenden kastım da birilerinin yazdığını retweet etmek, aynen diyerek katılmak, Facebook'ta Twitter'da paylaşmak değil elbette.


Ege Kayacan’a katılımı için çok teşekkür ediyorum. Yılların deneyimli radyocusu, çok sevilen, çok dinlenen bir radyocu olarak birçok podcast'e imza atacak. Takipte kalın derim. Haftaya görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın.

7 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page