top of page

Yağmur Özbasmacı Mermer #21 ENTELANKARA

ENTELANKARA'nın 21. bölümünde Ankara DTCF Oyunculuk mezunu, birçok dizide yer almış bir isim var, Yağmur Özbasmacı Mermer. Artık Ankara'da değil kendisi, bir süre önce İstanbul'a yerleşti. Birazcık İstanbul - Ankara karşılaştırması bulacaksınız podcastimizde. Ayrıca oyunculuğuna dair de sorularımız oldu bu bölümde, şimdi dinliyoruz.


Yağmur Özbasmacı: Merhabalar, ben Yağmur Özbasmacı. ENTELANKARA'nın bana sorduğu bazı sorular var. Bugün sizinle onları cevaplayacağız. Hadi sorulara geçelim.


ENTELANKARA: kaç yıldır Ankara'da sınız


Yağmur Özbasmacı: Ben 92 Temmuz’da Ankara’da doğdum. 2021 Temmuz’a kadar da Ankara’daydım. Son 6 yıldır da İstanbul’dayım. Burada yaşıyorum şu an.


ENTELANKARA: Sizi Ankara'ya bağlayan nedenler neler? Kısacası neden Ankara'dasınız. Bu bir seçim mi, yoksa zorunluluk mu?


Yağmur Özbasmacı: Açıkçası son beş yılı biraz zorunluluk oldu. Çünkü ben işim gereği sürekli İstanbul’da, Antep’te, Köyceğiz’de şehir dışında dizi çekiyordum. Fakat eşimin işi Ankara’da olduğu için ve 17 yıldır da aynı şirkette çalıştığı için oradan ayrılmak istemedi, haklı olarak. Dolayısıyla benim evim Ankara’daydı ama ben sürekli gidip geliyordum. Ben Ankara’da değildim. Beni Ankara’ya bağlayan tek şey annemle Onur’du. Onurcuğumun da işi bitti orada çalıştığı şirkette. Dolayısıyla dedik ki artık Ankara’da bizi bağlayan annelerden başka bir şey yoksa, ikimizin de sektörü İstanbul’daysa, neden burada kalalım ki? Artık hadi İstanbul’a taşınalım. Açıkçası biraz benim rahatım için taşındık. Çünkü git-gel yapmak beni biraz yormuştu da açıkçası. Dolayısıyla beş yıl öncesine kadar seçim, son 5 yıldır da zorunluluk diyelim Ankara için.


ENTELANKARA: Ankara'da yaşıyorsunuz, İstanbul'da çekimleriniz oluyor ve ayrıca dizinin konusu gereği Gaziantep gibi, Kapadokya gibi Anadolu şehirlerine de çekimlere gidebiliyorsunuz. Kilometrelerce yol, saatlerce çalışma ve hep yenisi kurulan setler... Oyunculuk her zaman bu kadar özveri mi gerektiriyor gerçekten? Ve tüm bu özveriye rağmen oyunculuğu çok seviyor olmalısınız ki sizi hep yeni bir projeyle görüyoruz?


Yağmur Özbasmacı: Şimdi tabi ben bunu artık Ankara’da yaşarken diye cevaplayacağım. Bir önceki soruda aslında biraz cevabını verdim sanırım bunun ama. Gerçekten çok özveri gerektiriyor. Evet, çünkü kendi hayatınızı planlayamaz hale geliyorsunuz. İşimiz varken de yokken de. yokken de çünkü iş görüşmeleriniz oluyor, iş gelme ihtimali oluyor. Dolayısıyla ileri tarihli planları genelde yapamıyoruz. İş varken de genelde her şeyi spontan gelişiyor, yine plan yapamıyorsunuz. Dolayısıyla da en büyük özveriyi aslında hayatımızdan veriyoruz. Yani eğer böyle bir durum varsa görünüşünüzden veriyorsunuz. Radikal değişiklikler yapamıyorsunuz. İşimiz varken de yokken de. Evet, çalışma saatleri çok fazla. Fakat tabii ki oyuncu olarak bizlerin set çalışanlarının yanında hiç esamesi okunmaz yani çalışma yoğunluğu açısından da. Çünkü ister istemez çalışırken bizim haftada bir de olsa tüm günümüz boş olabiliyor, bazen 4-5 günümüz boş oluyor. Yani diğer set çalışanlarını da düşünürsem şu anda şey diyemem açıkçası: “Çalışırken işte çok zor, zorlayıcı saatler falan.” dersem onlara haksızlık etmiş olurum gibi geliyor şu anda. Oyunculuğu evet seviyorum. Evet, tüm bu özveriye rağmen oyunculuğu çok seviyor olmalısınız dediğiniz şey doğru. Çünkü yapabildiğim şey bu yani, okuduğum şey bu, benim bildiğim iş bu. Dolayısıyla zaten sevdiğim için yaptığım bir iş bu. Sevmeyen bir insan için çok anlamsız ve algılanamaz olabilir bu iş ama sevdiğim için yaptığım bir işte herkes nasıl bir işte profesyonel olup orada ilerliyorsa aslında benim için de biraz böyle yani severek ilerledim. Şu konuda da çok şanslıyım: Okuduğum bildiğim mesleği yapıyor olmak Türkiye’de gerçekten bir şans. Bu konuda da kendimi şanslı hissediyorum açıkçası.


ENTELANKARA: Hiçbir şeyden haberi olmayan başroldeki saf karakteri canlandırmak mı, yoksa bütün çatışmaların baş müsebbibi olan kötüyü canlandırmak mı?


Yağmur Özbasmacı: Tabii ki kötü canlandırmak… Yani aslında kötü karakter, iyi karakter, saf karakter falan diye bunları ayırıyoruz ama bir süre sonra bunlar biraz yüzeysel adlandırmalar gibi geliyor. Ama tabii ki ben de cümle içinde kullanırken iyi karakter, kötü karakter olarak kullanıyorum alışkanlıktan. Kötü karakteri elinize aldığınızda ona kötü demek el vermiyor açıkçası. Ben sebebini söyleyeyim: Aslında şimdi ne yazık ki bazı istisnai işler dışında, bazı istisna senaryolar dışında iyi ve saf karakterlerimizin başına gelecek şeyler, verecekleri tepkiler ne yazık ki belli çerçeveler içinde sınırlandırılmış durumda. Ama işte kötü diye tabir ettiğimiz karakterlerde ucu gerçekten çok açık. Çok büyük bir oyun alanı var, deneme şansınız var. İşte “Ya bunu yapmaz,” gibi klişelere düşmeden “Hayır abi bunu yapabilir, bunun sağı solu belli olmaz. Bunu da yapabilir, şunu da yapabilir.” Bütün o yapabilirlere bir sebep bulmak aslında işte üretim kısmına giriyor bence ve insan aslında bir şey yaptığını hissediyor. Fakat diğer tarafta iyi ve saf bir kızcağız oynadığınızda ne yazık ki şu anki güncel senaryolarda belli kalıpları var. O kalıpların dışına çıkamıyorsunuz ister istemez ve oyuncu olarak da bu çok sınırlayan bir şey. Çok da üzücü açıkçası. O yüzden genel olarak kötü dediğimiz bu sağı solu belli olmayan tipleri canlandırmak benim için her zaman daha eğlenceli oluyor.


ENTELANKARA: Ankara'da hangi mevsimde, hangi güzergahta yürümeyi seviyorsunuz? Neden?


Yağmur Özbasmacı: Ya şöyle bir durum var: Ankara’da ben yürüyemiyordum. Neden bilmiyorum, Ankara’da yürüyesim gelmiyordu benim açıkçası. Ama tabii ki çok canım yürümek istediğinde çok klişe bir cevap olabilir ama Tunalı, Kızılay, işte Bahçelievler… Ben Bahçelievler’de büyüdüm. Dolayısıyla Bahçelievler’de yürümek iyi geliyordu bana. Ama bunu ne kadar sıklıkla yapıyorsun derseniz gerçekten belki Bahçelievler kısmını yılda bir ya da iki kezdir. Ama Kızılay’dan Tunalı’ya da hadi yani buradan da artık bir şeye bilmez deyip yürüdüğüm zamanlar oluyordu. Onun dışında işte genel olarak evimin semtinin parklarında yürümeyi severdim. Çünkü köpeğim vardı ve onu gezdirmek durumundaydım her gün. Onun sayesinde biraz biraz daha yürümeye başlamıştım aslında.


ENTELANKARA: Tamamen boş bir gününüz var. Ankara ile baş başa kaldınız. Bu boş gününüzde neler yapar, nerelere uğrarsınız?


Yağmur Özbasmacı: Şimdi tabii ki artık İstanbul’da olduğum için, uzakta olduğum için sanırım Ankara’da boş günüm olsa onun hepsini annemle geçirmeyi tercih ederdim. Ama geçmişteki beni sorarsanız da hemen arkadaşlarımı arardım. Ondan sonra hemen bir yerde buluşurduk. Burası büyük ihtimalle Tunalı civarı olurdu. Bütün günümü arkadaşlarımla geçirmeyi tercih ederdim. Akşam belki oyuna giderdik. Tunalı civarlarında olurdu genelde sanırım boş günüm.


ENTELANKARA: Her karakterle birlikte farklı dünyalara adım atıyorsunuz. Oyunculuğun kendi karakterinize kattığı güzellikler neler?


Yağmur Özbasmacı: Şöyle söyleyeyim: Empati gücü bana kattığı en güçlü şey bu. Dediğim gibi senaryolar ne kadar öngörülebilir olsa da ne yazık ki çoğu diyeyim, istisnaları tabii ki hariç tutuyorum ama ne kadar öngörülebilir olsa da gerçekten aslında bambaşka karakterler. Bir diğeri bir öncekine benziyor bile olsa tepkileri başka oluyor. Ya da tepkileri aynı olan karakteri oynuyorsunuz ama aslında hikayesi ve sebepleri bambaşka oluyor. Dolayısıyla biraz daha yargılamaktan uzak, daha empatiye yöneldiğimiz zamanlar oluyor. Benim genel olarak bu karakterlerin içinde olduğum zamanlara bakıyorum. Evet, şimdi öyle bir şey çıkıyor ki, öyle bir sahne çıkıyor ki yaşamış oluyorsunuz daha önce ve şeyde yaşamış oluyorsunuz yani: “Böyle bir insan olabilir mi? Bunu yapabilir mi?” Bu sefer de sette de bunu düşündüğünüz zamanlar oluyor ve aslında gerçekten böyle insanlar evet var etrafta ve “haa demek ki bu yüzden yapmış. Tamam, şimdi anladım.” dediğim çok zaman oluyor. Gerçekten bu karakterler bana yargılamadan önce, ön yargıda bulunmadan önce “bi empati kur bakalım, bir anlamaya çalış bakalım” diyebilmemi sağlıyor açıkçası. Bu taraftan beni çok geliştiriyor.


ENTELANKARA: Tek kişilik bir oyun sahneleyecek olsaydınız karakterinizin özellikleri nasıl olurdu? Örneğin hangi film karakterine benzerdi karakteriniz?


Yağmur Özbasmacı: Hangisi film karakterine benzerdi bilemem ama kendimi bir şeyle sınırlamak da istemem açıkçası. Çünkü insan dediğimiz varlık aslında içine döndükçe sonsuzlaşan bir varlık diye düşünüyorum. Dolayısıyla şey isteyebilirdim aslında: Sıradan bir insanın evde geçirdiği bir gün. Bilmiyorum, şu an aklıma geldi bu soruyu okuyunca ama çünkü gerçekten yalnız kaldığımızda o içimizdeki sonsuz enerji, düşünce, geçmişten gelen şeyler… O kadar aslında karmaşık ve yoğun varlıklarız ki… Sanırım böyle bir şey isterdim. Çünkü çeşitlemek çok güzel olurdu. Hepimizden bir şey olurdu oyunda. Bilmiyorum, şu an aklıma geldi gerçekten. Daha önce düşünmemiştim bunu. İyi de aklıma getirdiniz aslında.


ENTELANKARA: Hangi zamanlarda ruhunuzu boğuyor Ankara?


Yağmur Özbasmacı: Ben öyle havadan, sudan şeyden çok etkilenen biri değildim son birkaç yıla kadar. O yüzden şey cevabını veremeyeceğim buna. Klişe işte: “Gri olduğunda Ankara ruhumu boyar” falan diyemeyeceğim. Benim sağım solum belli olmaz aslında. Çünkü çok yağmurlu, kapkara bir günde çok enerjik olabilirim. Çok güneşli, çok güzel bir günde modum çok düşük olabilir. Dolayısıyla benim bu değişken modum aslında beni biraz bu anlamda ne Ankara ne İstanbul ne hava ne yağmur ne güneş… Böyle söyleyeyim bunu. Ankara’ya da çok yüklenmeyelim.


ENTELANKARA: Ankara'yı çok sevenler neden çok Ankara'yı çok sevenler neden çok seviyor sizce?


Yağmur Özbasmacı: Şimdi bu konu üzerinde İstanbul’a taşındığımızdan beri çok konuşuyoruz aslında. Şöyle: Ankara güvenli bir ortam. Öyle söyleyeyim yani birinin mesela İstanbul’dan, İzmir’den veya başka bir yerden gelip Ankara’yı sevmesi çok zor aslında. Ankara’yı seveceksen bence Ankara’da doğmuş olman ve orada büyümüş olman gerekiyor. Çünkü bence bir şehri sevdiren zaten şehrin kendisi değil, o şehrin algısı, o şehirdeki insanlar, o şehirdeki yaşadığın anılar, yaşayabilme ihtimali olan güzel şeyler. Bence zaten şehirleri sevdiren şey bu. Ama Ankara’ya gelince de Ankara’da büyükşehir olmasına rağmen küçük şehir enerjisi var. Büyürken bütün arkadaşlarımın evini bilirim, ailesini bilirim. Benim ailem tüm arkadaşlarımı bilir, ailesini bilir. Herkes herkesin evine girip çıkar zaten Ankara’da. Büyükşehir olmasına rağmen böyle bir güven vardır. Arkadaşlarımda kalırdım, onlar bizde gelir kalırdı. Yani hep şeydi: Bir insanın evine giriyorsan zaten o insanın güvenini kazanmışsın ve o insana güveniyorsundur. Dolayısıyla Ankara’nın bende karşılığı güven. Şundan bahsetmiyorum ama yani sokakta yürürken ne yazık ki çağ ile alakalı, “İnanılmaz rahattım, Ankara’da çok güvende hissediyordum,” diyemem bu arada. Çünkü şu an hiçbir yerde ne yazık ki bir kadın olarak kendini tamamen güvenli hissetmiyorsun sokakta yürürken. Ama Ankara’nın işte karşılığı benim için şey: İnsanlar arası güven, tanıdıklar arası güven. Öyle söyleyeyim: Şimdi İstanbul’da biriyle tanışıp kaynaşıyorsam Ankaralı çıkıyor garip bir şekilde ve Ankaralıların İstanbul’da birbirini tutma gibi bir durumu da var sanırım. Ankara’yı seven insan güven duygusunu seviyor, eski şeylerini seviyor, yaşanmışlıkları seviyor diye düşünüyorum. Bir de risksiz bir şehir yani hani başı sonu belli olan bir şehir.


ENTELANKARA: Ankara dizilerinde yer almakla İstanbul'da çekilen dizilerde yer almak arasında ne gibi farklar var? Dizi setlerine, oyuncularına, çalışanlarına ne gibi kolaylıklar veya zorluklar sağlıyor Ankara?


Yağmur Özbasmacı: Bir kere en büyük fark evine ulaşmak. Eve gidiş sürenin setlere dönüş sürenin minimumda olması. Çünkü İstanbul’da gerçekten bunun zorluğunu çekiyoruz. Her yer birbirine uzak ve trafik gibi bir problem var. Dolayısıyla işim erken bitti diye sevindin ama zaten eve geldiğinde çoktan geç olmuş oluyor. En büyük kolaylık bu aslında. Bir de Ankara tabii ki daha sakin bir şehir, daha tenha bir şehir. Dolayısıyla Ankara’da istediğin yerde sete çıkabiliyorsun çıkabiliyorsun, istediğin yerde çalışabiliyorsun kolayca. Ankara’nın böyle iyilikleri var. Başka ne diyebilirim? Ankara’da işin için çok kısır bir döngü var yani. Bizim işte günlük işlerde çalıştığımızda bir şirket vardı Ankara’da bunu yapan. Tek bir şirket var zaten. Dolayısıyla şey: “Hadi dön baba dön, geri dön baba dön” gibi bir duruma dönüşüyor. İstanbul’un tabii ki bütün sektörün burada kurulu olmasının verdiği bir şey var: Çeşitlilik söz konusu İstanbul’da. Tek kolaylığı bu diyebilirim Ankara’ya göre. Ankara’da tek bir seçenek vardı, tek bir yer vardı. Biz artık orayı evimiz gibi görüyorduk yani. Ben eşimle orada tanıştım, bir sürü arkadaşım orada tanıştı evlendi, çocukları var falan hani. Orası artık şeydi: Bir döngünün içindeydik ve hayatımız oldu orası bizim ama ne yazık ki tek seçenek işte söylediğim gibi. İstanbul’daki fark da bunun çok daha çeşitli olması, bir sürü yapım şirketi olması, bir sürü iş olması aynı zamanda bir sürü tiyatro da olması. Çünkü Ankara’da devlet tiyatrosundan başka sürdürülebilir seçenekler çok yok öyle söyleyeyim size. Onlar da zaten kendilerini idare etmeye çalışıyor ve üretmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla hadi yeni bir şey yaptığında yeni bir sahne açtığında Ankara’da gerçekten tutunmak biraz daha zor İstanbul’dan çünkü İstanbul’da kültürel etkinliklere ilgi biraz daha fazla. Ankara’nın zaten kemikleşmiş bir seyircisi var ama dediğim gibi yine orada işte belli başlı kurumlar var. Şimdi İstanbul’da bunun çok çok daha çeşitli var ve bu hem dizi sektöründe hem tiyatroda oyuncu olarak da bana büyük çeşitlilik sunuyor. İstanbul-Ankara farkı bence bu.


ENTELANKARA: Bayılarak izlediğiniz oyuncular hangileri? En çok hangi performanslarını sevmiştiniz?


Yağmur Özbasmacı: Ben bu sorularla biraz zorlanıyorum işte. Sevdiğiniz oyuncunuz, favori filminiz, sahneniz, kitabınız, yönetmeniniz… Hiç kimseye öyle körü körüne bir hayranlık beslemedim açıkçası ben bugüne kadar. Ama sevdiğim çok fazla yönetmen var, çok fazla oyuncu var, çok fazla müzisyen var. Hiç kimseye takılıp kalmadım açıkçası. Onu söyleyeyim ama Eva Green hayranıyım mesela. Eva Green’i çok severim. Her işini de izlemeye özen gösterdiğim ve Eva Green ile ilgili şunu söyleyebilirim: Penny Dreadful diye bir iş vardı, dizi. Bir zamanlar Netflix’te vardı artık yok. Normalde o tarz işleri çok sevmeme rağmen Eva Green var diye açıp izledim ve dizinin hastası oldum. Öyle söyleyeyim bendeki etkisini… Çok çok oyuncu var yani bunu tek bir kişiye indirgeyemem ne Türk be yabancı. Ama şu an aklıma geldiği için Eva Green örneğini verdim size.


ENTELANKARA: Son zamanlarda izlediğiniz ve aklınıza yer eden tiyatro oyunu var mı? Konser de olabilir. Hatta genelleyelim etkilendiğiniz herhangi bir sahne etkinliği diyelim.


Yağmur Özbasmacı: Son zamanlarda Bahçe Galata’nın “Nora 2” oyununu izledim. Çok da keyif aldığım işlerden biri oldu öyle söyleyeyim. Arkadaş işi olmasıyla alakası yok bence çünkü hani ister istemez tabii arkadaşına gidiyorsun yani oyunu izlemeye gidiyorsun ama içeride bambaşka bir şeyle karşılaşıyorsun. Onu tavsiye ederim. Nora 2’yi lütfen gidip görsün herkes. Nora oyununu okumuş olmanıza da gerek yok. Oyunu izleyebilmek için. Bence güzel bir etkinlik diye düşünüyorum.


ENTELANKARA: Yıllarca süren dizilerde yer aldığınız gibi altı bölümde final yapan dizilerde de yer aldınız. Bir dizinin ömrünü ne belirliyor sizce? İzleyicinin beğenilerini, tercihlerini ön görebiliyor musunuz artık?


Yağmur Özbasmacı: “Artık bunu görebiliyorum ya,” desem yalan olur gerçekten. Çünkü sonuçta ben bir işe başlarken bu işin 6 bölümde final yapacağını öngörsem zaten o işe girmem. Çünkü bir işe girerken tabii ki senaryosuna bakıyorsun, kastına bakıyorsun, kanalına bakıyorsun. Mesela şimdi reyting ile ilgili şeyler var yani gününe bakıyorsun falan filan. Tabi bu bu yeni başlayan bir projede gün hemen belli olmuyor tabii ki ama yani proje sana bir şeyi söylüyor da başından. Herkesin dediğim gibi algılaması veya bir projeye bakarken hangi algıyla yaklaştığı, hangi enerjiyle yaklaştığı, nelere baktığı tabii ki çok değişkenlik gösterir ama ben zaten sevmediğim işin içinde olmam. Elbette sevdiğim işte 6 bölümde bitince şey diyorum: “Dedi ki ben hiç anlamıyorum yani demek ki ben yok burada doğru göz ben değilim,” diyorum artık kendime. Gerçekten göremiyorum artık onu evet.


ENTELANKARA: "Setlerden yoruldum, artık sadece sahnelerde olmak istiyorum, tiyatro yapmak istiyorum," der misiniz acaba bir gün?


Yağmur Özbasmacı: Ben bunu her seferinde söylüyorum zaten. Setlerden yoruldum değil ya da setleri sevmediğim için değil ama benim mesleğim zaten tiyatro. Yani ben bunu okudum, bundan anlarım ama ne yazık ki Türkiye’de bir sanatçının yalnızca tiyatro yaparak hayatına devam edebildiği o kadar az örnek var ki bunun için çok çaba sarf etmen gerekiyor. Yani kendi anlayışında bir tiyatroda eğer olmak istiyorsan bunun için zaten senin bir süre hayatının bir döneminde ciddi bir para birikimi yapman ve bu yola çıkman gerekiyor. Dolayısıyla zaten ben artık sadece tiyatro yapacağım dediğin yerde senin önceden başka işten bir birikim sağlamış olman gerekiyor ki gönül rahatlığıyla bunu söyleyebilirsin. Keşke ülkemizde yalnızca tiyatro yaparak, kaliteli işler yaparak insanlara bir şey söyleyerek mesleğimizi yapmak ve bununla hayatımızı idame ettirebilmek mümkün olsaydı deyip yarama tuz basıp geçiyorum diğer soruya.


ENTELANKARA: Son zamanlarda etkileyici bulduğunuz dizi ve filmler hangileriydi? Neden etkilemişlerdi?


Yağmur Özbasmacı: İşte bu sorularda ben takıldığım için şey söyleyeyim: Son izlediğim filmi söyleyeyim size. Gerçekten çok da güzel bir filmdi. Baba’yı (The Father) izledim. Anthony Hopkins ve Olivia Colman’ın oynadığı, Florian Zeller’in galiba yönettiği bir film. Yanlış da hatırlıyorsam çok utanırım. En son izlediğim film buydu zaten. Yeterince etkileyici bir filmdi. Gerek oyunculuklar gerek reji. Zaten bir tiyatro metninden uyarlanmış bir film bu. Çok güzeldi, çok keyifliydi. Dizi olarak da son zamanlarda demeyeyim ama benim gelmiş geçmiş favorim The Handmaid's Tale’dır. Kitabını da çok severim. Ama gerçekten kitabından çok daha iyi anlatan bir dizi daha önce açıkçası görmedim. Benim kitabından daha çok sevdiğim yapım bu yapım. Onu söylemiş olayım.

ENTELANKARA: Aynı soruyu kitaplar için soralım. Nedenleriyle birlikte sizde iz bırakan kitapları öğrenebilir miyiz?


Yağmur Özbasmacı: Dediğim gibi tek tek cevap veremem bu soruya, ama tabii sevdiğim yazarlar var, okumaktan hoşlandığım yazarlar var. Her türden okumaya özen gösteriyorum, gerçekten. Ama son zamanlarda okuduğum kitaplardan örnek verebilirim. Genel olarak zaten Ursula K. Le Guin’i bayılarak okurum, çok severim onu. Son dönemde ise güncel yazarlar arasında Şule Gürbüz'ü takip etmeye başladım, açıkçası. “Kambur” kitabından sonra. Gündüz Vassaf'ı da diyebilirim. Cehenneme Övgü kitabını ise gerçekten herkesin eline alıp bir kez okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında iyi Mine Söğüt okuruyumdur. Önerebileceğim kitabı da ilk olarak “Kırmızı Zaman”dır. Birgül Oğuz’u önerebilirim. Bu insanların kitaplarını okuduğumda güzel bir şekilde son sayfayı kapatıyorum, öyle söyleyeyim.


ENTELANKARA: Yakında gelecek olan planlanmış projeleriniz var mı? Ekranda veya sahnelerde ne zaman görebileceğiz sizi?


Yağmur Özbasmacı: Ne yazık ki işte, planlarımız her zaman istediğimiz gibi gitmiyor. Görüştüğümüz yerler var tabii ki, ama her zaman her şey olabilir, iyi veya kötü, hayatta. Dolayısıyla şu an için kesin bir şey söyleyemem. Ama tabii ki ben çalışmayı çok seven bir insanım, evde oturmak bana hiç uygun değil. Dolayısıyla yakın zamanda tekrar çalışmayı ve bir şeyler yapabilmeyi çok istiyorum. Bakalım.


ENTELANKARA: Son sözleri tamamen size bırakıyoruz. Yaptıklarınıza, yapacaklarınıza, üretimlerinize dair neler söylemek istersiniz. ENTELANKARA dinleyicilerine son tavsiyelerinizi, önerilerinizi, umut aşılayan aforizmalarınızı dinliyoruz.


Yağmur Özbasmacı: Keşke safi umut dolu olsaydım ve herkese bunu aşılayabilseydim, herkese inandırabilseydim. Ne yazık ki, zaman zaman umutsuzluğun bizi ele geçirdiği, hatta çoğu zaman bizi ele geçirdiği bir dönemden geçiyoruz, tüm insanlık olarak. Ama tabii ki, umudumu kaybettiğim zamanlar oluyor, yeniden umut dolu uyandığım sabahlar oluyor. En güzel günleri görmek, güneşli ve sağlıklı günler yaşamak istiyorum açıkçası. İçimde bir yerde, bu günlerin geleceğine inanıyorum. Hepimize güzel günler, güneşli günler diliyorum. İstanbul'dan herkese selamlarımı iletiyorum. Ayrıca ENTELANKARA’ya da tatlı bir söyleşi için benimle iletişime geçtikleri için teşekkürlerimi sunup kapatıyorum. Herkese sevgiler.


Çok güzel bir bölümü daha sonuna geldik. Yağmur Özbasmacı Mermer ile gerçekleştirdik bu uzaktan soru-cevap podcastimizi. Bize zaman ayırdığı için teşekkür ediyorum kendisine ENTELANKARA olarak. Haftaya pazar günü yeni bir konukla, yeni bir bölümle görüşmek dileğiyle.


Podcastlerimiz Spotify, Apple, Google ve hatta YouTube'da...

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page