top of page

Can Öktemer #2 ENTELANKARA

Güncelleme tarihi: 17 Kas 2021



ENTELANKARA'da bu bölümün konuğu Can Öktemer. Konuğumuz 85 yılında Ankara’da doğuyor. Lisansını Başkent Üniversitesi Sinema Televizyon, yüksek lisansını ise Ankara Üniversitesi yine Sinema Televizyon bölümünde tamamlıyor.


Can Öktemer, Edebiyathaber’de, Lavarla’da ve daha birçok yerde okunmaya değer yazılar yazmakta ve ayrıca kendisi gündüz birasını seviyormuş. Özellikle Lavarla’daki yazılarına denk gelmiş olmalısınız. Flanörün Yürüyüşü başlıklı yazılarında Ankara’nın sokaklarına, yaşamına, tarihine dair notlar düşmekte. Siz de Ankara’nın sokaklarına, caddelerine hayransanız Flanörün Yürüyüşü’ne muhakkak eşlik edin. Aynı güzellikte Mekanlar ve Hikaler başlıklı yazıları da mevcut, onları da ihmal etmeyin derim. Şimdi uzatmadan ilk sorumuzla, uzaktan ilk sorumuzla sözü konuğumuza, Can Öktemer’e bırakıyorum.


ENTELANKARA: Kaç Yıldır Ankara’dasınız?


Can Öktemer: 36


ENTELANKARA: Sizi Ankara'ya bağlayan nedenler neler? Kısacası neden Ankara'dasınız? Bu bir seçim mi, yoksa zorunluluk mu?


Can Öktemer: Beni Ankara’ya bağlayan romantik ve özel bir durum yok. Dostlarımın burada olması ve birçok anımı yine burada biriktirmiş olmamdan ötürü kentle doğrudan bir bağım var doğal olarak. Bu da Ankara’da kalmamı bir seçime, yani bir tercihe dayandırıyor. Ama bir kenti anlamlı kılan dostlarınızın ve sevdiklerinizin orada olmasından ötürüdür. Dolayısıyla ileride ne olur bilemem. Belki başka bir yerde, başka birileri sayesinde o yer daha anlamlı gelecektir. Hayat, bilinmez.


ENTELANKARA: Birçok sitede birçok yazınız mevcut. Dinleyenler en yeni yazılarınızı nerelerden takip edebilirler? Özellikle Ankara’ya ilişkin yazılarınızı nerelerden okuyabiliriz?


Can Öktemer: Edebiyathaber başta olmak üzere, Lavarla, Parşömen Fanzin, Turquazz ve belirli aralıklarla Gazete Duvar’da yazmaya çalışıyorum. Ankara’ya ilişkin ise sadece Lavarla’da yazıyorum.


ENTELANKARA: Lavarla’da Mekanlar ve Hikayeler başlıklı sevilen öykü diziniz mevcut. Ona daha sonra değinelim. Bunun yanı sıra yine pek sevilen yazı dizilerinizden biri olan Flanörün Yürüyüşü var, yine Lavarla’da. Bize kısaca Flanör ve onun yürüyüşlerinden bahseder misiniz?


Can Öktemer: Flanör serisi 2017 yılında Hakan Kaynar’ın önerisiyle başladı. Hakan hoca bir gün bana bir mesaj gönderdi. “Can,” dedi, “sen gördüğüm kadarıyla yürümeyi ve yürümek üzerine yazmayı seviyorsun. Neden yürüdüğün rotalar ve gördüklerin hakkında yazmıyorsun? Bu güzel olur,” filan gibisinden bir öneriyle geldi. Bu çok hoşuma gitti. Hemen hızla Cebeci’den Kızılay’a yürümek üzerine bir deneme metni kaleme aldım. Hakan hocaya gönderdim, Hakan hoca beğendi, o da Lavarla’ya, Nureddin (Nureddin Türk) ve Seren’e (Seren Erciyas) metni teslim etti. Onlar da sağ olsunlar metni beğendiler, beraber üzerinde biraz çalıştık, şekillendirdik. 11 Aralık 2017 yılında da ilk Flanör yazısını yayınladık. Sonra zaten bildiğiniz gibi bu bir seri haline geldi. Yaklaşık beş yıldan beri sürdürüyoruz. Tabii Hakan hocaya (Hakan Kaynar) çok teşekkür etmem lazım. Onun önerisi olmasaydı herhalde böyle bir işe kalkışmazdım. Seren ve Nureddin’e de teşekkür etmem lazım. Onların da fikirleri, yorumları ve destekleri olmasaydı bu kadar uzun soluklu bir seri haline belki gelmezdi Flanör. Özellikle Seren’e tabii ki çok teşekkür etmem lazım, dostluğu, yardımları ve yorumları için. Bakalım yani bu işin gittiği yere kadar gitmesini istiyoruz. Flanör serisinde hem bir vakanomist gibi, yani gündelik tarih, gündelik hayat tarihçisi gibi şimdiyi kaydetmeye çalışıyoruz. Hem de geçmişi hatırlamaya çabalıyoruz yürüyüş esnasında. Çünkü hem şimdiyi hem de geçmişi deneyimleme durumunuz olabiliyor. Çünkü mekanlar hafıza ortamları olduğu için size hem şimdiki duygularınıza dair bir şeyler hissettirebiliyorlar hem de o mekanla ilgili anılarınızı yeniden ortaya çıkartabiliyorlar. Böyle bir imkanları var ve Flanör de aslında yürüyüş esnasında gündelik hayata dair oldukça sıradan görülebilecek detayları kaydediyor, hem de karşılaştığı mekanlarla ilgili fikirleri, duyguları, bir tür hafif denemeci gibi birazcık anlatmaya çalışıyor gibi diyebilirim. Bu tabii birazcık şeye benziyor yaptığımız iş. Georges Perec’in Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi adlı bir kitabı var. Perec o kitapta Paris’in içerisindeki farklı kafelere, farklı günler ve saatlerde oturup ne görüyorsa kaydediyor. Saat on bir kuş uçtu, saat iki önümden birisi geçti şemsiyesi kırmızı renkli gibisinden bir şey. Çok basit, çok önemsiz ve çok sıradan gibi gözükecek bir takım gündelik hayata dair anlatılar ve anekdotlar kaydediyor Georges Perec. Ve kaydettikleri de aslında çok kıymetli bir gündelik hayat tarihi verisi çıkıyor. Oraya bakarak aslında o tarihte Paris’te, o saatte neler olup neler olduğuna dair bir bilgimiz mevcut, sırf Perec’in kaydettiklerinden ötürü. Biz de aslında Flanör’de bir nebze böyle bir şey yapmaya çabalıyoruz. Çünkü Ankara, hatta birçok kent son birkaç yıldır büyük bir radikal değişim içerisinde. Hiçbir yeri akşam bıraktığınız gibi bulamıyorsunuz. Sabah kalktığınızda bambaşka bir yere uyanıyorsunuz. Ertesi akşam bambaşka bir yerdesiniz. Ne bileyim işte Mülkiyeliler’de yiyorsunuz, içiyorsunuz dışarı çıkıyorsunuz bir anda Konur Sokak’ın etrafı şemsiyelerle kaplanabiliyor. Kuğulu Park’ta bir gün öncesinde ağaç altlarında otururken ertesi gün yanlış budama sebebiyle bir anda o dallar malla kaybolabiliyor. Ne bileyim, daha eski zamanlarda mesela bir yerden bir yere gidiyorsunuz caddenin ortasında dev bir kol saati konulmuş oluyor, kent estetiği adına, dev bir robot konulmuş oluyor, dinozorlar konulmuş oluyor. Bunlar hiçbirisi bizim belleğimize dair durumlar değil. Dolayısıyla kent değişmeden bir an önce bunları kaydetmek, yazmak, fotoğraflamak toplumsal hafızamızın devamlılığı açısından kıymetli. Böyle olunca da bizim Flanör’de yaptığımız gibi en önemsiz gibi görünen yerleri kaydetmek toplumsal hafıza için önemli ve kıymetli bence.


ENTELANKARA: Flanör nerelerde yürüdü ve en çok nerelerde yürümeyi sever? Yürüyüş güzergahlarının özellikleri, güzellikleri neler?


Can Öktemer: Flanör bu güne kadar en çok Tunalı ve Bahçeli civarında yürüdü. Flanör rutinlerine bağlı bir karakter. Dışarı çıktığında alışkanlıklarını yinelemeyi seviyor. Mesela Kızılay’a gittiğinde mutlaka Dost’a uğruyor. Tunalı’ya gittiğinde mutlaka arkadaşlarıyla buluşuyor, bir şeyler yiyor, içiyor filan. Bunlardan asla vazgeçmiyor. Zaten bana kalırsa sürekli aynı hat üzerinde yürümek sıkıcı bir tekrarı değil her yürüyüşünüzde farklı bir şeyleri keşfedebileceğiniz de bir süreç. Flanör biraz da bunları arıyor her yürüyüşünde, onu da söylemek lazım. Bununla beraber elbette sürekli aynı rotada üzerinde kalmak bir eksiklik. Ankara sadece bu istikametlerden olmuşmuyor neticede. Ulus ve Kale civarı büyük bir tarihi temsil ediyor. Oralara bakmak, oralardan hikayeler çıkarmak da önemli. İlerleyen dönemlerde Flanör serisine bu rotaları da eklemek istiyoruz. Tunalı, Bahçeli ve Kızılay’ın güzelliklerine ve özelliklerine gelince zaten buralar birçok Ankaralı için ortak ortak hafızasını oluşturan istikametler. Dolayısıyla buralara çıktığınız zaman kendi tarihinizle bir defa karşılaşıyorsunuz, geçmişinizle karşılaşıyorsunuz. Bir de tabii kentin en hareketli ve en canlı yerleri buralar. Sinemalar burada, kitapçılar burada vs. Dolayısıyla yürümek Flanör de etimolojik olarak baktığımızda düşünür gezer, kent içerisinde düşünür gezer bir karakter ise zaten en çok buralarda dolaşması da normal. Mekanların haricinde en güzel tarafların bir tanesi bence yol üstünde tesadüfen bir arkadaşınız ve dostunuzu görmek, onunla sohbet etmek ya da o anda karar verip bir yere gitmek, oturmak.


ENTELANKARA: Ankara'da hangi mevsimde, hangi güzergahta yürümeyi seviyorsunuz? Neden?


Can Öktemer: Tunalı ve Kızılay civarında yürümeyi sevdiğimi söyleyebilirim. Mevsim olarak da bahar döneminde, mayıs ayında yürümeyi çok seviyorum. Mayıs malum kış kasetini resmi olarak sona erdiren bir ay. En başta kıyafet serbestliği başlıyor. Palto, pardesü, atkı, kazak, bot gibi yüklerden arınıyorsunuz, bir hafifliyorsunuz. Sonra kentte bir canlılık oluşuyor. Mekanlar sokağa taşıyor, insanlar dışarıda daha çok vakit geçiriyorlar. Geceleri ayaz yok, hava eksiye düşmüyor. Dolayısıyla bir yürüyüşçü için ideal yürüme koşulları mayıs ayında sağlanıyor. Mayıs haricinde eylül ayında yürümeyi severim. Eylül yazın uzatmalı hali olmasından ötürü yürüyüşçü için yine en uygun dönemlerden biridir. Zaten eylül, hem isim olarak, hem de mevsim dönüşlerinde pek güzel oluyor ve pek güzel duruyor. Olamaz mı, olabilir, doğru.


ENTELANKARA: Tamamen boş bir gününüz var. Ankara ile baş başa kaldınız. Bu boş gününüzde neler yapar, nerelere uğrarsınız. Günü ve hatta geceyi nasıl kapatırsınız?


Can Öktemer: Böyle anlarda muhakkak Dost’a uğramaya çalışıyorum. Yeni çıkan kitaplara bakıyorum, dergilere bakıyorum. Gözden kaçırdığım bir şey varsa onları yakalamaya çalışıyorum. Sonra Dost’tan eğer kitap, dergi aldıysam oradan çıkıp Mülkiyeliler’e gidiyorum. Bir tane gündüz birası içiyorum. Aldığım kitap ve dergilere böyle bir hızlıca göz gezdiriyorum. Bu bana acayip keyif veriyor. Eğer Dost’tan aradığımı bulamadıysam Büyülü Fener’e gidiyorum mesela. Orada tek başıma bir tane film izliyorum. Zaten bana sorarsanız tek başına film izlemenin insana iyi gelen bir tarafı da var. Sonra etrafta arkadaşlarım varsa onların yanına gidiyorum, onlarla bir şeyler yiyip, içiyoruz, konuşuyoruz, sohbet ediyoruz. Aksi bir durumda da ise yine Dost’tan bir şey aldıysam, o mavi torbaya kitapları, dergileri koyup eve dönüyorum. Bu da müthiş bir keyif oluyor benim için. Gidip de onları karıştırmak filan günü kapatmak için en ideal yol.


ENTELANKARA: Ankara’yı en iyi tanıyabileceğimiz yürüyüş güzergahları, muhitleri nereler sizce?


Can Öktemer: Bu konuda benim tek cevabım var. Cebeci’den Kızılay’a yürümek Ankara’nın gelmiş geçmiş en güzel güzergahı bence. Ankara’da olup da bu hat üzerinden yürümemiş olanlar varsa hemen çıkıp yürüsünler, bir defa hacı olsunlar. Bu mistik deneyimi yaşasınlar. Çünkü Cebeci - Kızılay hattı dümdüz bir hat. O hat üzerinden yürürken kafanızda soru varsa, daralmışsanız, sıkılmışsanız, mutlaka sorulara yanıt buluyorsunuz ve mutlaka sıkıntılarınızdan arınıyorsunuz bir nebze. O yüzden çok mistik bir hat, mutlaka ama mutlaka en az bir defa yürünmeli.


ENTELANKARA: Hangi zamanlarda ruhunuzu boğuyor Ankara?


Can Öktemer: Kasımdan itibaren bütün kış diyebilirim. Bu aylarda çok sıkılıyorum buradan. Öyle anlarda denize yakın olmak lazım bana kalırsa. Arada da Ankara’yı unutmak ve özlemek lazım. Ve daha önemlisi denize yakın olmak lazım.


ENTELANKARA: Ankara'yı sevenler neden çok seviyor sizce?


Can Öktemer: Sadece Ankara değil bence. Bir yeri veya birisini seviyorsanız bir neden aramazsınız. O kişiyi ve o yeri doğrudan seversiniz, nedensiz, dolaysız. Burayı sevenler de bu yüzden seviyorlar bana kalırsa. Yani en azından ben öyleyim.


ENTELANKARA: Peki Ankara'dan bir an önce kaçmak isteyenlerin Ankara'yla dertleri neler olabilir?


Can Öktemer: Ankara eğlenceli bir yer değil. İnsana çoğu zaman sıkıntı veren bir yer. Dolayısıyla bu anlamda diğer metropollere göre vaatkar bir yer değil. Burada kalmak ve sevmek için kendinize bahaneler ve bir takım sahici nedenler üretmelisiniz. Aksi takdirde gerçekten çok sıkılabilirsiniz burada. Ama bana kalırsa genel olarak sıkıntılı ve gerçekten hayattan ne aradığınızı bilmiyorsanız dünyanın her yerinde sıkılabilirsiniz. Cennetten de Garip filminde dendiği gibi yeni bir yere geliyorsun ve her şey aynı. Dolayısıyla zaten iç dünyanızda bir sıkıntı, bir problem varsa nereye giderseniz gidin onu bavul gibi yanınızda taşıyorsunuz. Ankara da bunlardan azade değil.


ENTELANKARA: Ankara’dan verimli bir şekilde beslenebilen bir yazarsınız. Bunu nasıl başarıyorsunuz? Bu güzel hikayeler nasıl çıkabiliyor ortaya?


Can Öktemer: Öncelikle çok teşekkür ederim, çok sağ olun. Buna net bir cevabım yok sanırım. Bildiğim, tanıdığım dünyaları yazmaya çalışıyorum. Bir etki olduysa sebebi budur.


ENTELANKARA: İçerisinde Ankara'yı bulup gülümsediğiniz ya da hüzünlendiğiniz edebi eserler, sanat eserleri hangileridir?


Can Öktemer: Üç edebi eser söyleyebilirim. Barış Bıçakçı’nın Sinek Isırıklarının Müellifi romanı, Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanı ve Giray Kemer’in Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı romanını söyleyebilirim.


ENTELANKARA: Katlanır sandalyenizi alıp gittiğiniz yerler nereler Ankara'da?


Can Öktemer: Seğmenler Parkı


ENTELANKARA: Üç yazar, üç yönetmen, üç de müzisyen ismi istesek sizden?


Can Öktemer: Üç yazar; Milan Kundera, Carlos Fuentes, Şule Gürbüz. Üç yönetmen; Paolo Sorrentino, Jim Jarmusch, Sofia Coppola. Üç müzisyen; Bülent Ortaçgil, David Gilmour ve Leonard Cohen.


ENTELANKARA: Son zamanlarda izlediğiniz ve sizi etkileyen birkaç film veya dizi önerisi alsak? Neden etkilediklerini de öğrenirsek harika olur.


Can Öktemer: Son zamanlarda Paolo Sorrentino’nun The Young Pope dizisiyle Watchmen’in dizi uyarlamasını sevdim. Watchmen, Alan Moore’un grafik romanında yapmış olduğu o karanlık dünya çizimiyle, yine o karanlık ütopik bakışını çok güzel diziye yedirmiş. Aynı zamanda ABD’de son zamanlarda yükselen bu sağcılık ve ırkçılık meselesine de yerinde ve sert eleştiriler getirmiş. Young Pope da Sorrentino’nun o bildiğimiz görkemli görsel dünyasını yine olduğu gibi aktarıyor. İnanç ve aile meselelerini de yine çarpıcı bir şekilde aktarıyor. Film olarak da Zeynep Dadak’ın Ah Güzel İstanbul filmini önerebilirim. Film kent tarihi, kent içerisinde gezinmek, hafıza ve mekan ilişkisi bağlamında çok başarılı bir yapım. Zeynep Dadak filmi Eremya Kömürciyan’ın 18. yüzyılda yazdığı İstanbul Tarihi kitabı üzerinden kurguluyor. Bu kitap zaten neredeyse İstanbul’u haritalayan, semt semt dolaşan bir kitap. Eremya Kömürciyan’ın gördükleriyle bizim şimdi gördüklerimiz arasındaki zıtlık ve kentin içerisindeki hafıza devamlılığını yakalayabilmek açısından muhteşem bir film. Herkese tavsiye ederim.


ENTELANKARA: Aynı soruyu kitaplar için de sormuş olalım. Son zamanlarda severek okuduğunuz kitaplar hangileri oldu? Nedenler yine önemli. Neden sevmiştiniz?


Can Öktemer: En son Carlos Fuentes’in Diana Yalnız Avlanan Tanrıça romanını okudum. Fuentes bu romanında Jean Seberg’le yaşadığı, bir dönem yaşadığı ilişkiyi anlatıyor. Bu ilişki tabii ki bir noktadan sonra aşk, tutku meselelerinin devreye gireceği bir sürece dönüşmüş durumda. Fuentes büyüleyici dilini, alışkın olduğumuz büyüleyici dilini bu kitabında da göstermiş. Romanın bir tarafında aşk ve tutku var. Diğer tarafında yine kimlik, Hollywood, sınıf, devrim gibi politik meseleler de önemli bir yerde duruyor. Ama kitapla ilgili herkesin kafasında şöyle bir soru olabilir. Mahrem alanlara da girmiş durumda. Jean Seberg’in mahremine girmiş durumda. Bunların ne kadarı edebiyatın konusu, ne kadarı değil sorusu da roman boyunca aklımızda yer ediyor.


ENTELANKARA: Hafıza etiketiyle yayınlanan Mekanlar ve Hikayeler başlıklı yazılarınız var. Anıların açığa çıkmasında mekanların rolü büyük. Hatta çoğu zaman Mekanlar da birer karakterdir hikayelerde. Özellikle sizin hikayelerinizde mekanlar başroldeler. Hafızanızda, düşüncelerinizde, kaleminizde mekanların, yolların, çevrenin önemi ne denli büyük?


Can Öktemer: Belirttiğiniz gibi mekanlar hepimiz için kıymetli hafıza ortamı görevi görüyorlar. Mekanlar sayesinde geçmişi hatırlıyoruz. Aynı zamanda mekanlar bireysel olduğu kadar da kolektif hafızanın da bir parçası. Bugün için baktığımızda kentlerdeki mekanlarda, yapılarda bir tarihi süreklilik kaybolmuş durumda. Zaten nostalji ve hafızaya yönelik çalışmalardaki sayısal fazlalık da biraz bu durumu tarif ediyor, bu durumu anlamaya çalışıyor daha doğrusu. Mekanlar ve Hikayeler de aslında bu mantıkla ortaya çıktı. O seride hem mekanlarla kurduğumuz duygusal ilişkiyi hem de geçmişi uyandırmaya, bir tür anılarımızı temizlemeye çalışıyoruz. Mekanlar sadece büyük tarihçesi olan, mimari yapılardan ibaret değil. Orada hepimizin hikayelerimizin izleri var. Orada bir takım duygusal geçmişimiz var. Öyle ya da böyle. Dolayısıyla hikayelerimiz ve mekanlar aynı yerde buluşmuş durumdalar. Benim de hem hikayelerimde hem de yazılarımda mekanlar bu anlamda önemli bir başrol görevi görüyorlar. Bu arada şunu tabii hatırlatmam lazım. Mekanlar ve Hikayeler’de sadece benim öykülerim yok. Onur Çalı, Şükran Yiğit, Bülent Çallı, Halil Yörükoğlu gibi çok kıymetli yazarlarımızın da öyküleri var. Mesela onların yazdıkları öykülere bakınca her birimizin mekanla kurduğu ilişkinin oldukça farklı olduğunu göreceğiz. Ama hafıza diyoruz mekanların önemli bir anımsama aracı olduğunu o öykülere bakarak da bir kez daha görebiliriz. Mekanlar en başta kendi tarihimiz için kıymetli. Yani oraları kaybedersek aslında kendi tarihimizden bir parçanın da koptuğunu görebiliriz nihayetinde hatırladıkça var olan varlıklarız çünkü.


ENTELANKARA: Lavarla’daki yazılarınız gerçekten okunmaya değer. Peki bu yazılar veya yazacağınız başka hikayeler bir gün kitap haline gelir mi? Kitap düşünceniz var mı? Özellikle Ankara’ya dair sizin kaleminizden çıkacak bir kitabı okumayı çok isteriz.


Can Öktemer: Öncelikle yine çok teşekkür ederim, çok sağ olun. Bir kitap fikrim var, ufak da bir hazırlığım var. Bakalım.


ENTELANKARA: Son sözleri tamamen size bırakıyoruz. Yaptıklarınıza, yapacaklarınıza, üretimlerinize dair neler söylemek istersiniz. ENTELANKARA dinleyicilerine son tavsiyelerinizi, önerilerinizi, umut aşılayan aforizmalarınızı dinliyoruz.


Can Öktemer: Öncelikle beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Dinleme nezaketinde bulunduysanız da ayrıca teşekkür ederim. ENTELANKARA podcast serisi uzun ömürlü olsun, dinleyicisi bol olsun. Bu yıl da Flanör ve Mekanlar ve Hikayeler serileri Lavarla’da devam edecek. Onun dışında yakın zamanda yine Lavarla’da gezi yazıları üzerine bir seri başlatmak istiyoruz. Bakalım o ne kadar gidecek, nasıl gidecek. Onu da yaşayarak göreceğiz. Umut dolu bir aforizmam yok maalesef. Herkes gibi ben de bu tuhaf zamanların sona ermesini, az biraz süt liman olmasını istiyorum ortalığın. Umarım yakındır. İlla bir aforizma ihtiyaç olacaksa da rakıyı sev, balığı koru derim. Hoşça kalın.


ENTELANKARA’nın konuğu Can Öktemer’di. Kendisine çok teşekkür ediyorum, sorularımızı yanıtladınız için. Hatırlatmakta fayda var, Can Öktemer’in yazılarını, özellikle de Ankara’ya ilişkin yazılarını okumak istiyorsanız muhakkak Lavarla’yı ziyaret edin. Bir dahaki ENTELANKARA bölümünde buluşmak dileğiyle, kendinize iyi bakın.


Tüm podcastlerimiz Spotify, Apple, Google ve hatta YouTube'da...

113 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page