top of page

Sami Öztürk #9 ENTELANKARA



ENTELANKARA'da bu haftaki konuğumuz yönetmen Sami Öztürk. Kendisini daha çok Blu Tv'de yer alan Pavyon belgeselinin yönetmeni olarak tanıdık.


Ankara ile ilgili olup da Pavyon belgeseline göz atmayan yoktur sanırım. Çünkü merak uyandıran bir konu. Bir yanıyla karanlık, bir yanıyla da cafcaflı, ışıklı bir dünyadan bahsediyoruz. Bu kontrast elbetteki merak uyandırıyor ve bu merakımıza da en güzel yanıtı, hem biçim hem de içerik olarak en güzel yanıtı Pavyon belgeseli veriyor.


Daha sonra yine Blu Tv için Dijital Flörtleşme isimli bir belgesele daha imza attı Sami Öztürk. Dijital Flörtleşme ve özellikle de Pavyon belgeseline dair daha detaylı söyleşileri var kendisinin. O yüzden biz direkt Pavyon üzerinden, sadece Pavyon hakkında sorular sormak istemedik. Daha çok Ankara yaşamına ve tercihlerine ilişkin sorular yönelttik. Şimdi dinliyoruz.


ENTELANKARA: Kaç yıldır Ankara'dasınız?


Sami Öztürk: 1982 Ankara doğumluyum. Altı yaşıma kadar Ankara’da, Telsizler’deydim. Sonra babamın görevi sebebiyle Erzincan, Gaziantep, Nizip, Aydın gezdik biraz, Türkiye’yi biraz gezdik. Lise sonra Ankara’ya geldik tekrar 97’de. O tarihten beri Ankara’dayım.


ENTELANKARA: Sizi Ankara'ya bağlayan nedenler neler? Kısacası neden Ankara'dasınız. Bu bir seçim mi, yoksa zorunluluk mu?


Sami Öztürk: Aslında beni Ankara’ya bağlayan bir sebep yok. Sadece buradayım. Çocukluğumda sürekli yer değiştirmekten falan da olabilir çok böyle aidiyet duygusu çok gelişmiş birisi değilim sanırım. Kimileri vardır ya mesela yıllardır berberini bile değiştirmez. Ben pek öyle birisi eğilim. Her berberi sevebilirim anlaştığımız sürece. Çok ev değiştirdim Ankara’da mesela. Yani belki benzer bölgelerdeydi ama ev çok değiştirdim. Sonsuza kadar Ankara’da yaşayacağım, Ankara’dayım gibi bir şeyim de yok ama bu şehri bana kattıklarıyla beraber çok seviyorum.


ENTELANKARA: Son yıllarda döküdrama olarak adlandırılan yarı belgesel yapımlar ön plana çıkmaya başladı. Yarı kurgu yarı gerçek olan bu yapımların toplum nezdinde ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz? Etkileyici bulduğunuz birkaç döküdrama örneği alabilir miyiz?


Sami Öztürk: Bu türler arası geçiş artık eskisine nazaran çok daha yaygın. Eskiden mesela film festivallerinde bazı türler katı bir şekilde ayrılıyordu. Belgesel film ile kurmaca film aynı kategoride yarışamazdı ve bu ayrım çok netti. Belgesel belgeseldi, kurmaca da filmdir gibi. Aslında belgesel de son kertede filmdir. Hatta tarihteki ilk filmde baktığımız zaman aslında belgesel, trenin gara girişi, bir belgesel film. Döküdrama deyincede ise aklıma daha çok aslında canlandırmaların kullanıldığı belgeseller geliyor. Canlandırmadan kastımda büyük tarihi anlatıların olduğu bol figürasyonlu yapımlar geliyor. Bu tabii bendeki çağrışımları da tabii tüm döküdramalar böyle değil. Döküdrama sadece tarihi belgeselleri, canlandırmaların yoğun bir şekilde olduğu anlatılar değil. Ama bu sorudaki kastı anlıyorum, yani ne demek istediğinizi anlıyorum. Bu noktada da izleyicinin belgesel yapımlara talebinin artmasının değişen medya kullanımı olduğunu düşünüyorum. Sosyal medya genel olarak kişinin gerçeklikle kurduğu bağı yeniden tanımlamasını sağladı. İzleme alışkanlıkları bir hayli değişti. Gerçek hayatta temas edebilecekleri karakterleri ekranda görmek daha hızlı bir şekilde özdeşlik kurmasına neden oluyor diye düşünüyorum. Bu noktada tabii değişen anlatı dilinin de etkisi var. Şimdi belgesel denilince ilk akla aslında bir alışkanlık olarak, eskiden kalma bir alışkanlıktan kaynaklı bir dış ses yardımıyla, bizim işte perfore dediğimiz aslında dış ses yardımıyla hikayenin kurulduğu bir yapı geliyor ilk etapta akla. Böyle bir alışkanlık olmuştu belgesel yapıda, eskiden kalma alışkanlık. Bu çok yönlendirici bir yapıdır. Dış sesten sürekli bir anlatı olduğu zaman izleyeni çok yönlendirici bir pozisyona sokuyor. Dış sesten vazgeçildiğinde ise izleyici başka türlü bir bağ kuruyor izlediği filmle, izlediği şeyle, izlediği anlatıyla. Bu noktada bu değişimin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Etkileyici bulduğunuz bir belgesel örneği diye sorduğunda da aklıma işte son zamanlarda izlediğim Bal Ülkesi diye bir film var. Şu an MUBİ’de gösterimde diye hatırlıyorum. Sanırım MUBİ’den izlenebiliyor şu anda. Mesela bu film de hem belgesel kategorisinde hem de uluslararası film kategorisinde Oscar’a aday olmuştu, yani kurmaca filmler kategorisinde aday olmuştu. Aslında film bir belgesel. Tabii burada o belgeselde de gerçek karakterler, görüyorsun gerçek karakterlerin olduğunu da anlıyorsun aslında. Burada bir takım dramatik yapılar kurulmuş. İzleyici olarak onu da fark ediyorsun. Ancak şunu da görebiliyorsun ki bu belgesel yapı, yani gerçek karakterlerin kullanıldığı belgesel yapı şu an Oscar’a uluslararası film kategorisinde aday olabiliyor. Böyle bir durum var yani. Türler arası geçiş artık yaygın olmaya başladı. Onun dışında yine kolay ulaşılabilir olması açısından Netflix'de izlediğim, şu an sanırım hala vardır Satıcının Yolculuğu isimli bir belgesel var onu da çok beğendim, o da bir Gürcü film. O da bence çok tatlı, güzel bir kısa hikaye.


ENTELANKARA: Tamamen boş bir gününüz var. Ankara ile baş başa kaldınız. Bu boş gününüzde neler yapar, nerelere uğrarsınız. Günü ve hatta geceyi nasıl kapatırsınız?


Sami Öztürk: Benim için ya Kavaklıdere ya da Eymir oluyor. Yürüyüş yapmayı seviyorum. Son zamanlarda da sık sık yürüyorum. Geceyide muhtemelen Kavaklıdere çevresinde kapatırdım, oralarda bir yerlerde kapatırdım diye düşünüyorum.


ENTELANKARA: Talatpaşa Bulvarı mı, yoksa Çankırı Caddesi mi?


Sami Öztürk: Kesinlikle Çankırı Caddesi. Bana baya büyülü geliyor orası. Çankırı Caddesi, kesinlikle.


ENTELANKARA: Hangi zamanlarda sıkılıyorsunuz Ankara’dan?


Sami Öztürk: Valla bu zor soru. Şu sıralar mesela birazcık sıkılıyorum Ankara’dan. O kadar çok, bilmiyorum, açmak da istemiyorum ama şu sıralar birazcık sıkıldım yani Ankara’dan. Bunda birazcık şeyin de etkisi oldu tabii, muhtemelen, muhtemelen değil çok etkisi oldu, pandeminin çok etkisi oldu.


ENTELANKARA: Ankara’nın renkli gecelerine şahitlik etmek için hangi güzergahlardan geçmeliyiz? Sadece pavyon müdavimlerinin değil, öğrencilerin, beyaz yakalıların, gece esnafının en canlı olduğu sokaklar, caddeler hangileri Ankara’da?


Sami Öztürk: Ben çok acayip pavyon müdavimi birisi değilim bu arada. Hani öyle sürekli pavyona giden birisi değilim. En çok pavyon ziyaretim bu çekim öncesi ve çekim esnasında oldu. Onun dışında böyle çok pavyon müdavimi birisi değilim, sürekli giden birisi değilim yani. Ama meraklıyım, genel olarak meraklıyım. Gece hayatına filan da çok meraklıyım ama gece hayatına da böyle çok aşırı çıkan, geceleri çok takılan, akan birisi değilim. Ama gece yarısı, saat böyle dört beş arası, hatta sabaha karşı bir Çankırı Caddesini izlemek bence müthiş olur. Ciddi söylüyorum, bence muazzam bir curcuna. Tabii yürüyerek, yaya olarak tavsiye etmiyorum bunu da arabayla birkaç tur geçilebilir mesela. Çankırı Caddesi’nde sabaha karşı bence muazzam bir rönesans tablosu gibi bir şey yani benim için. Onun dışında ben Kavaklıdereyi çok seviyorum. Tunalı, Bestekar, Kennedy, Şili. Eskiden on, on beş sene önce işte arkadaş gruplarımızda mini bar derdik. Dışarıda içmeyi çok severim, okul yıllarımdan beri parklarda bahçelerde, mekanlardan ziyade parklarda bahçelerde içmeyi, açık alanlarda içmeyi, arkadaşlarla beraber içmeyi sohbet etmeyi filan daha çok seviyorum. Aslında mekancılıktan ziyade parkçılık ve bahçecilik diyebileceğim bir durum söz konusu. Kendi içkimizi alıp sokakta içmeyi çok severdim mesela. Yani illa kalabalık, birbirini tanıyan insanların olduğu grupların olmasına da gerek yok. Onu çok severdim. Böyle atmosferleri arada görüyorum, yürürken geçerken falan görüyorum. Bu mekanlarda benim için hala Tunalı, Bestekar, Kennedy, Şili, Tunus. Ha bir de tabii şey var ben Batıkent’i de çok seviyorum bu arada. Batıkent de benim için çok önemli bir yer. Tabii bu bahsettiğim yerler Tunalı, Bestekar kadar hareketli bir yer değil tabii Batıken’in park ve bahçelerini ve oradaki takılma kültürünü de çok seviyorum. Arkadaşlarla takılma kültürünü de çok seviyorum.


ENTELANKARA: Ankara'yı sevenler neden çok seviyor, sevmeyenler ise neden sevmiyor sizce?


Sami Öztürk: Valla bunu ben de çok merak ediyorum. Yani yılmaz bir Ankara savunucusu değilim. Ama ben bu şehri öyle çok şey yapmadan dümdüz seviyorum, yani olduğu gibi dümdüz seviyorum. İnanılmaz nostaljik veya romantik bir taraftan tutunmuyorum, hiçbir zaman tutunmadım. Yani böyle tutunmadım diyorum ama biraz önce mini barı anarken ister istemez bir nostaljiye düşüyorsun. Mini barı anarken gözümde bir an canlandı. Ama böyle çok sıkı sıkı tutunan birisi değilim. Sevmeyenler de sanırım aradığını bulamayanlar oluyor. Bunun için başka şehirden gelmesine de gerek yok. Biz böyle oturup arkadaşlar arasında konuştuğumuz zamanda Ankara’da doğup büyüyen, bir türlü hala bu şehirle barışamamış birçok arkadaşım da var. Ama bunun zaten buraya özgü, Ankara’ya özgü olduğunu düşünmüyorum. Kişinin kendisiyle de alakalı birazda. Şimdi bu taşra sıkıntısı diye bir tabir var ya işte biraz onun gibi de sanki. Ama işte o taşra insanın içinde olan bir şey sanırım. Yani bunun yerle ilgisi yok diye düşünüyorum.


ENTELANKARA: Sevilen iki projeniz Pavyon ve Dijital Flörtleşme BluTV'de yayınlandı. Dijital platformların hem üretici hem de tüketici açısından avantajları neler? Hem yapım hem de seyirciyle buluşma sürecinizde ne gibi kolaylıklar sağladı BluTV?


Sami Öztürk: BluTV bana inanılmaz bir özgürlük alanı tanıdı. Ele aldığım konular itibariyle yayın mecrası bulmak pek kolay değildi. Pavyon diye bir işten bahsediyoruz. Öyle kolay kolay bir yayın mecrası bulunabilecek bir iş değil. Ama ben genel olarak BluTV’nin yaklaşımından oldukça memnunum. Hatta önceleri birazcık şeydim, acaba nasıl bir iletişimimiz olur. Nasıl tepki gösterirler falan diye kendi kendimle konuşurken birtakım çekincelerim vardı. Ancak tüm süreç boyunca insanılmaz yardımcı oldular. Bu noktada çok memnunum BluTV ile yaşadığım süreçten. İzleyici için de bunun avantajı tabii ki doğrudan izleyiciye yansıyor. Çünkü siz bir anlatıcı olarak bir şeyler anlatmak istiyorsunuz, bu işi de zaten izleyici için yapıyorsunuz, bir izleyen için yapıyorsunuz. Amacınız anlatmak istediğiniz şeyi doğrudan izleyiciyle buluşturabilmek, anlatabilmek. Bu noktada da BluTV’nin sunduğu özgürlük alanı tabii ki doğrudan izleyiciyle temas etmesine vesile oluyor. Bu noktada da çok memnunum tüm olan bitenden. Bence hem izleyici için hem üretici için çok önemli bir avantaj. İlerleyen dönemlerde nasıl olur, ben bunu birazcık doksanların başındaki özel radyoların kuruluşuna benzetiyorum. O dönemlerde de böyle bir aslında güzel bir özgürlük alanı vardı radyolarda, özel radyolarda özellikle. Televizyonlarda da vardı özel televizyonlarda ama özel radyolarda daha baskın ve hissedilebilir bir özgürlük alanı vardı. İlerleyen dönemlerde bu birazcık tabii işin içerisine denetim mekanizmaların çoğalmasıyla beraber farklı boyutlara geçti. Bu noktada ne olacak ilerleyen dönemlerde o kısmı merak ediyorum. Ama şu an için şeyi söyleyebilirim, hem üretici için hem de izleyici için güzel bir özgürlük alanı olduğunu düşünüyorum.


ENTELANKARA: Üç yazar, üç yönetmen, üç de müzisyen ismi alabilir miyiz?


Sami Öztürk: Tabii ki. Bu konularda çok kötüyüm. Yani aslında bu tür mevzular genele olarak seçim yapmak için çok zor ama bunu düşündüğümde üç yazar tercihimi ben şairlerden yana kullanmak istiyorum. Bunun içinde üç tane ismim var. Enis Akın, İsmet Özel ve Turgut Uyar diyorum. Üç yazar tercihimi bu şekilde kullanıyorum. Üç yönetmen tercihini de Akira Kurosawa, Coen Kardeşler ve Martin Scorsese’den yana kullanıyorum. Müzisyenler içinse Amy Winehouse, This is Your Captain Speaking ve Duman grubundan yana kullanıyorum oyumu.


ENTELANKARA: Uzun süre Ankara Film Festivali bünyesine çalıştınız. Türkiye'nin önemli film festivallerinden biri. Özellikle takip ettiğiniz ulusal veya uluslararası film festivalleri var mı? Örneğin "Kendi projelerimle katılım sağlamayı çok isterim," dediğiniz festivaller hangileri?


Sami Öztürk: Ankara Film Festivali benim için çok ayrı bir yeri olan gerçek bir okul. Gerçekten gerçek bir okul. Bununla aslında Ankara Film Festivali’nde çalıştığım dönemlerde çok dalga geçerdim, “ne okulu canım, takılıyoruz burada,” falan diye. İşin açıkçası içindeyken bilincinde olmadığım bir yermiş. Bunu sonradan da kavrıyorum, daha iyi kavrıyorum sonradan. Normalde sinemaya olan ilgim aslında okul yıllarında başladı ama gerçekten depreşmesi Ankara Film FEstivali sayesinde olmuş yani onu anlıyorum, oldu. Elimden geldiğince festivalleri takip etmeye çalışıyorum ve festival havasını genel olarak seviyorum. Festival trafiğini çok seviyorum. Özellikle kendi projemle katılmak istediğim bir festival yok şu an için. Tabii bir takım düşüncelerim var. Ama hani özellikle şu festivale şu şekilde katılmak istiyorum demek benim içinde emin olamadığım bir şey. Zaman gösterecek diyeyim.


ENTELANKARA: Son zamanlarda izlediğiniz ve sizi çok etkileyen filmler/diziler hangileriydi, neden etkilemişlerdi? Film ve dizi önerilerinizi alabilir miyiz?


Sami Öztürk: Biraz önce söylemiştim bu belgesel filmlerden bahsederken. Bal Ülkesi gerçekten güzel bir film. Bambaşka hayatlar, herhangi bir kurmaca filmde karşılaşamayacağınız karakterleri o tüm gerçekliğiyle beraber hissediyorsunuz. O bakımdan beni çok etkiledi ve çok başarılı bir yapım olduğunu düşünüyorum. Bal Ülkesi’nin önerebilirim. Dizi olarak da Rami’yi söyleyebilirim. Rami, Mısır asıllı müslüman bir genci merkeze alarak Mısırlı bir ailenin Amerika’daki kültür çatışmasına odaklanan güzel, tatlı, bakış açısını ve anlatım dilini çok sevdiğim, eğlenceli bir mini dizi. Sanırım iki sezon yayınlandı şimdiye kadar. Rami’yi çok sevmiştim, onu söyleyebilirim.


ENTELANKARA: İleride tamamen kurgu projeleriniz olacak mı? "Olabildiğince bağımsız" filmler yapmak istiyor musunuz mesela? Yoksa belgesel projeleriyle mi devam edeceksiniz?


Sami Öztürk: Şimdi ben bu konularda birazcık esneğim, çok net olarak şunu yapacağım ya da bunu yapmayacağım diyemiyorum. Demek istemiyorum, zaten hani süreç de hiçbir zaman öyle ilerlemiyor, öyle gerçekleşmiyor bence. Genel olarak süreç içerisinde ilgimi çeken, anlatmak istediğim hikayeleri, merak ettiğim hikayelerin peşinden gitmeyi seviyorum, bu kesin. Ama bu kurmaca olur, belgesel olur, dizi olur, film olur, kitap olur ne bileyim hani resim diyeceğim resim yeteneğim yok, çizim yeteneğim yok, elime kağıt alıp çizim yapabilecek birisi değilim. O yüzden bir şey diyemiyorum, kestiremiyorum. Sadece şey yani ilgimi çeken, merak ettiğim şeyleri yapmaya devam edeceğim.


ENTELANKARA: Nedenleriyle birlikte birkaç tane de kitap veya dergi önerisi alabilir miyiz?


Sami Öztürk: Şimdi kitap konusunda birazcık şeyim son zamanlarda, kötüyüm işin açıkçası. Ama yakın zamanlarda okuduğum bir arkadaşımın tavsiye ettiği ve çok severek okuduğum Gaye Boralıoğlu’nın Meçhul kitabını önerebilirim, beğenerek okudum. Denediği anlatım dili, hikaye örgüsü falan bence çok başarılı, onu söyleyebilirim. Dergi olarak da Varlık Dergisi’ni söyleyebilirim. Uzun zamandır aboneliğimi yenilememiştim aslında ama pandemi döneminde tekrar aboneliğimi yeniledim. Varlık Dergisi benim çok eskiden beri, üniversite yıllarımdan beri takip ettiğim bir edebiyat dergisi. Beni çok besledi, beslediğini düşünüyorum. Bu noktada da Varlık Dergisi’ni söyleyebilirim.


ENTELANKARA: Son sözleri tamamen size bırakıyoruz. Yaptıklarınıza, yapacaklarınıza, üretimlerinize dair neler söylemek istersiniz. ENTELANKARA dinleyicilerine son tavsiyelerinizi, önerilerinizi, umut aşılayan aforizmalarınızı dinliyoruz.


Sami Öztürk: Kendime dair söyleyeceğim pek bir şey yok işin açıkçası. Şimdiye kadar konuştuklarımızın dışında ekstra bir şey yok ama aslında genel olarak bu tür konularda konuşmayı seven birisi de değilim. Soru sormayı ve dinlemeyi daha çok seviyorum işin açıkçası. Umut aşılayan aforizma… Ya hayata dair çok umutlu birisiyim genel olarak ama aklıma bir aforizma da gelmiyor işin açıkçası. Umuda dair bir aforizma da gelmedi aklıma. Umarım keyifli bir sohbet olmuştur. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim, hem size hem dinleyicilere, çok teşekkür ederim, çok sağolun.


Gelecek işlerini çok merak ettiğim bir yönetmen. Pek el değmemiş merak edilen noktaları, kendi merakları üzerinden yola çıkarak işleyen ve orataya çarpıcı gerçeklikte işler çıkaran bir ismi, Sami Öztürk'ü dinledik. Kendisine çok teşekkür ediyorum ilgisi için. Haftaya bir başka isimle görüşmek dileğiyle. Kendinize çok iyi bakın.


Tüm podcastlerimiz Spotify, Apple, Google ve hatta YouTube'da...

146 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page